Avrupa’yı güçlü denetim kurtardı

Fikret AYDEMİR
Fikret AYDEMİR [email protected]

Merkezi Brüksel’de bulunan 3 bin 500 özel sektör bankasını temsil eden Avrupa Bankacılık Federasyonu (EBF) Sürdürülebilir Büyüme Finansmanı Direktörü Burçak İnel, Amerika’da başlayıp Avrupa’ya sıçrayan “banka krizi”ni DÜNYA Gazetesi'ne değerlendirdi…

Harvard mezunu Avrupa Ban­kalar Federasyonu (Euro­pean Banking Federation - EBF) Sürdürülebilir Büyüme Fi­nansmanı Direktörü Burçak İnel ile “bankalar krizi”ni konuştuk. KOBİ'le­rin finansmana erişimi, girişimciliğin finansmanı, finansal piyasaların geli­şimi ve sürdürülebilir finansman gibi konularda bankalar ve dernekler ara­sında iyi uygulamalar ve bilinçlendir­me projeleri geliştirmekte olan ekibin başındaki isim Burçak İnel, “Türki­ye’deki yapısal sorunların üstesinden gelmezsek, ekonomik sorunlarımız daha da şiddetlenecek” dedi.

Harvard Üniversitesi Kamu Politikası Yüksek Lisans derecesi aldıktan sonra Was­hington’da Dünya Bankası'nda işe baş­layan İnel, yıllar içinde kamu çıkarını bankacılıkla birleştiren pek çok pro­jeye imza attı. Brüksel’de 2003 yılında şirketlerin sermaye piyasalarına erişi­mini düzenleyen Avrupa Birliği yasa­sını temelden değiştiren öncü rolün­den dolayı Euromoney’nin uluslarara­sı "Yılın En İyi Lobicisi" ödülü sahibi oldu. Bankalarla Birleşmiş Milletler, OECD ve Avrupa Yatırım Bankası gi­bi kurumlar arasında işbirliğini geliş­tirdi. Avrupa bankalarını "güçlü dene­timin kurtardığı"na dikkat çeken İnel, “Kriz, bazı ABD bankalarının 2018'den bu yana maruz kaldığı daha düşük de­netim düzeyiyle bağlantılı. Neyin yan­lış gittiğini daha kesin bir şekilde ile­ride göreceğiz, ancak şimdiden bunun sistemik bir sorun olmadığından emin olabiliriz” diye konuştu.

Merkezi Brüksel’de bulunan 3 bin 500 özel sektör bankasını temsil eden Avrupa Bankacılık Federasyonu Sür­dürülebilir Büyüme Finansmanı Di­rektörü İnel, ABD’de başlayıp Avru­pa’ya sıçrayan “banka krizi”ni DÜN­YA’ya değerlendirdi…

Brüksel'den baktığınızda bu durum nasıl görünüyor? Bu, küre­sel bir ekonomik krize neden ola­cak mı, yoksa mevcut diğer sorun­ları daha da kötüleştirecek mi?

Uzmanların çoğunluğu gibi, ben de sistemik veya küresel bir sorun görmü­yorum ve bu nedenle bir yayılma kay­gısı taşımıyorum. Şüphesiz ki, oluşan sorunlar bazı müşteriler ve hissedarlar için önemli zorluklar yarattı; ancak bu sorunların çoğu hemen kontrol altına alındı ve şimdi çözülme sürecinde. Te­tikleyiciler arasında ekonomi çapın­daki faktörler, örneğin para politikası ve piyasa eğilimleri, örneğin kriptonun düşüşü var, ancak sonuçta bu bankala­rın onları savunmasız kılan kendileri­ne özgü sorunları vardı.

"Bu kırılganlıklar neydi?" diye bak­tığımızda, örneğin, müşteri olarak sa­dece yenilikçi şirketler, risk sermaye­si destekçileri veya kripto gibi tek bir sektöre çok fazla odaklanan iş model­leri ve çok yüksek oranda bir sigortasız mevduat oranı görüyoruz. Ancak sorun bu iş modellerinde de değildi; risklerin doğru yönetilmemesindeydi.

Bu nedenle genel kanı şu ki, krize se­bep olan, çok fazla faiz oranı riski al­mak ve buna karşı korunmamak gibi zayıf risk yönetimi uygulamaları oldu. Bu uygulamalar ise aslında bu bölge­sel ABD bankalarının – oradaki yasa­ların 2018'de gevşetilmesinden bu ya­na – maruz kaldığı daha düşük denetim düzeyiyle bağlantılıydı. İleride neyin yanlış gittiğini daha kesin bir şekilde bileceğiz, ancak şimdiden bunun siste­mik bir sorun olmadığından emin ola­biliriz.

Bir İsviçre bankası olan Credit Suisse de krizden etkilendi ve baş­ka bir banka tarafından satın alın­dı. Bu riskin Avrupa'daki bankala­ra yayılma ihtimali var mı?

Kesinlikle hayır. Bu etkilenen ban­kaları ilgilendiren özel etkenler, dün­yadaki bankaların çoğu için – özellikle de Avrupa bankaları için – geçerli değil. 2008 küresel mali krizinden bu yana hayata geçirilen bankacılık düzenle­meleri ve banka denetimleri, özellikle Avrupa’da çok sıkı bir şekilde uygulan­dı ve bankaları çok daha dirençli hale getirdi. Hem kural koyucular hem de bankalar tarafından alınan doğru ka­rarlar sayesinde, Avrupa bankaları, örneğin yakın zamanda yaşadığımız zorlu pandemi döneminde, ekonomi­yi desteklemek, aileleri ve işletmeleri ayakta tutmak ve hızlı bir toparlanma sağlamak için Avrupa hükümetleri ile çok güçlü bir şekilde ortak hareket ede­bildiler. Bu, bugün de devam ediyor.

Daha da önemlisi, Avrupa bankaları tüm ekonomiyi ilgilendiren en önem­li risk olan iklim değişikliğini engelle­mek konusunda büyük çaba içindeler. İklim konusunda dönüşü olmayan za­rarları engellemek için önümüzdeki yıllarda hem bireylerin hem de kurum­ların yapmaları gereken yatırımları fi­nanse ediyorlar; ayrıca iklime yönelik çözüm sağlayabilecek yenilikçi giri­şimciliğin finanse edilmesinde rolleri var. Yaygın işbirliği gerektiren, banka­ların da sorumluluklarını ciddiye al­dıkları bir konu.

Dünya peş peşe pek çok şoktan geçmedi mi? Türkiye farklı mı?

Elbette, dünya birbiri ardına kriz­ler yaşadı: Pandemi, Ukrayna Savaşı, enerji krizi, vb. Ancak diğer ekonomi­ler bu krizleri çok daha iyi bir şekil­de atlattı veya atlatmakta. Avrupa'dan veya ABD'den farklı olarak, Türkiye ekonomisi zaten pandemiden önce de kırılgandı, pandemiden çok kötü et­kilendi ve Ukrayna'daki savaştan ve enerji krizinden önce de zaten bir to­parlanma yaşayamadı. Şimdi de, dep­remlerin – can kaybından dolayı ya­şanan tarif edilemez acılara ek olarak – ekonomik etkisi ile karşı karşıya­yız; bunun da en azından yıllık milli gelirde yüzde 10'luk bir düşüşe ve ta­rımsal üretimde yüzde 20'lik bir dü­şüşe yol açması bekleniyor. Ne yazık ki, bu öngörülerin de ötesinde bir eko­nomik kayıp olması büyük olasılık.

Bu kısa vadeli sorunlara ek olarak, orta ve uzun vadeli başka önemli riskler­de var. İklim ve çevre konusunda ha­rekete geçmememizin, dijitalleşme, girişimcilik ve inovasyonda ilerleme kaydedemememizin, eğitime yatırım yapmamamızın ekonomimize etkile­rinden bahsediyorum. Eğer ekonomi yönetiminin yönü değişmezse, yüksek değerli işler yaratamayacak, dünyada mallarını ve hizmetlerini iyi fiyatlarla satamayacak ve vatandaşları için ha­yatı daha iyi hale getiremeyecek bir ekonomi tablosu ile karşı karşıyayız. Bu yapısal sorunların üstesinden gel­mezsek, ekonomik sorunlarımız daha da şiddetlenecek. Tüm bunlar, bir an­lamda, yoksulluğu küresel ekonomide rekabetçi bir araç olarak kullanmaya çalışmak demek, ki bunun da sonu yok.

Bu sorunların üstesinden gel­mede bankacılık sektörünün öne­mi nedir?

Öncelikli görev kamu sektörünün. Ekonominin rekabetçi ve üretken ol­ması için gereken temel koşulları, an­cak kamu sektörü yerine getirebilir. Adil bir piyasa ekonomisi, herkes için eşit olarak geçerli kurallar, hesap vere­bilirlik, kamu yararını koruyan ve özel sektör için sınırları çizen güçlü ve ta­rafsız kamu kurumları gibi koşullardan bahsediyorum. Kamu sektörü, denet­leme, vergilendirme, kamu yatırımla­rı gibi tüm araçlarını bir bütün olarak halkın yararına olacak şekilde kullan­mak zorunda.

Dahası, giderek şunu görüyoruz, uluslararası yatırım akışları, iyi ekono­mik yönetişime sahip ülkeleri destekli­yor. Bu nedenle, gereksinim duyduğu­muz yatırımları ülkemize çekebilmek için, düzenleyici ve denetleyici yapı­ların bağımsızlığı ve güvenilirliği gibi şeyler her zamankinden daha önemli.

Bu genel koşullar çok önemli olmakla beraber, bankacılık sektörü de refah ya­ratan bir ekonomi için kilit rolde. Ban­kalar, KOBİ'lerin ve büyük şirketlerin kredilerle finanse edilmesi ve risk ser­mayesine erişebilmeleri, sistemdeki risklerin yönetilmesi, para politikala­rının uygulanması, bireylerin ve aile­lerin yatırım yapması gibi temel gerek­sinimleri karşılıyor. Bir örnek vermek gerekirse, sürdürülebilir finansmanın Türkiye’de de gelişmesi, iklim değişik­liğinin Türkiye üzerindeki olumsuz et­kilerini azaltacak, ekonomiyi kaçınıl­maz iklim değişikliği olaylarına karşı hazırlayacak, şirketlerin direncini ar­tıracak ve yüksek değerli dışsatımı ar­tıracak. Sonuçta, şu ya da bu krize kar­şı en güçlü savunma, gerçek anlam­da rekabetçi olan ve tüm vatandaşları için sürdürülebilir bir refah yaratan bir ekonomi. Bunu başarabilirsek, gele­cekteki krizleri atlatabilir ve hatta da­ha güçlü çıkabiliriz.

"Türk bankaları dünya finansal sistemine entegre olmuş durumda"

ABD'de dört bölgesel banka krizi yaşandı. Silvergate kendisi faaliyetlerini durdurdu. Silikon Vadisi Bankası ve Signature Bank, ABD tarihindeki ikinci ve üçüncü en büyük banka iflasına sebep olarak federal hükümet tarafından devralındı ve yeni alıcılara satıldı. First Republic Bank ise 11 büyük banka tarafından milyarlarca dolarlık bir mevduatla desteklendi. Avrupa’da Credit Suisse başka bir banka tarafından kurtarıldı. Peki, Türkiye'deki bankalar endişelenmeli mi?

"Türkiye'de de, ABD'de yaşanan tür banka krizlerini görecek miyiz?" diye sorarsak, o zaman cevap "Hayır"dır. Bu sorunların küresel veya bölgesel olarak yayılması beklenmiyor. Dahası, özel sektör Türk bankaları uzun yıllardır dünya finansal sistemine entegre olmuş durumdalar ve birçoğu yönetişim açısından dünyadaki en iyilerle aynı seviyede. Bununla birlikte, ekonomimizin genel anlamda iç ve dış risklere karşı direncini artırmak zorundayız. Türkiye ekonomisinin son yıllarda yapısal sorunlar yüzünden yaşadığı hayat pahalılığı ve düşük alım gücü gibi sonuçlar, sadece ekonomiyi finanse eden bankalar için değil, tüm vatandaşlar için büyük bir sorun. Bu nedenle, kamu ve özel sektör liderleri, enerjilerini Türkiye ekonomisinin genel dayanıklılık seviyesini güçlendirmeye odaklamalı

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Göç edebiyat taşır 18 Aralık 2024
AB’nin takımyıldızı 13 Kasım 2024