Avrupa’nın ‘savunma Rönesansı’ ve Türkiye

Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA
Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA DIŞ POLİTİKANALİZ ragipkutay.karaca@dunya.com

"İş her zamanki gibi devam edemez" diyen Avrupa, savunma harcamalarını ciddi şekilde artırma, Avrupalı üreticilere öncelik verme ve Ukrayna'nın savunma sanayisini Avrupa savunma ekosistemine entegre etme planları yapıyor. Türkiye'nin bu 'savunma Rönesansı' içinde nerede konumlanacağı kritik bir soru.

Trump, savaş son­rası Ukrayna’nın güvenliğinin so­rumluluğunu Avrupa­lılara yıktı ve ABD’nin yardım etmesini bek­lememeleri gerektiği­ni üstüne basa basa söy­ledi. Trump’ın ifadeleri Avrupa ülkelerini endi­şelendirdi. Endişelerin­de haklılar ama bu endişelerin ye­ni olmadığı da bir gerçek. AB as­keri bir ittifak olmamasına karşın savunma konusunu hiçbir zaman göz ardı etmedi.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı baş­lattığı savaş, Avrupa’yı savunmada olağanüstü adımlar atmaya zorlu­yor. Savaşın ardından, Avrupa sa­vunma politikalarında adeta tek­tonik bir kayma yaşanıyor. Avrupa Parlamentosu tarafından, 12 Mart 2025 tarihinde, kabul edilen ‘Avru­pa Savunmasının Geleceği Üzeri­ne’ başlıklı Beyaz Kitap, bu dönü­şümün en somut göstergelerinden biri. Belge, II. Dünya Savaşı sonra­sında kurulan Avrupa güvenlik ya­pısında yaşanan paradigma değişi­minin en somut göstergesi.

Küresel düzenin parçalandı­ğı, istikrarsızlıkların derinleşti­ği ve Avrupa’nın kendi güvenliği­ni sağlama konusunda sorumlu­luk üstlenmek zorunda kaldığı bir dönemdeyiz. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu, NATO üye­liği ve gelişen savunma sanayisi, bu yeni ortamda ülkemize hem önemli fırsatlar sunuyor hem de dikkate alınması gereken riskler barındırıyor. “İş her zamanki gi­bi devam edemez” diyen Avrupa, savunma harcamalarını ciddi şe­kilde artırma, Avrupalı üreticilere öncelik verme ve Ukrayna’nın sa­vunma sanayisini Avrupa savun­ma ekosistemine entegre etme gi­bi önemli adımlar atma planları yaparken, Türkiye’nin bu 'savun­ma Rönesansı' içinde nerede ko­numlanacağı kritik bir soru olarak karşımızda duruyor.

ABD’siz Avrupa güvenliği

Beyaz Kitap’ta, AB’nin ‘gerçek bir güvenlik sağlayıcısı’ olma yo­lunda Ukrayna’ya destek, savun­ma hazırlığı, stratejik pusula ve endüstriyel strateji, uyum ve ege­menlik, finansman ve yatırımlar olmak üzere beş temel alanda ey­lem planı hazırladığı görülmekte.

Belge stratejik yaklaşımların önemine vurgu yaparken hızla de­ğişen tehditlere hazırlanmak için AB içerisinde ve yakın çevresin­de kalıcı iş birliği mekanizmaları­nın güçlendirilmesi ve AB-NATO iş birliğinin artırılması gerektiği üzerinde duruyor.

AB Ortak Dış ve Güvenlik Poli­tikası (OGSP) ortak finansman, istihbarat ve lojistik alanında sı­kıntılar yaşıyor. Bu noktada Bel­ge, savunma harcamalarının artı­rılması ve özel sektör yatırımını teşvik eden stratejilerin geliştiril­mesi gerekliliğini vurguluyor. Ey­lem planına göre Avrupa, savun­ma harcamalarını önemli ölçüde artırmayı planlarken, üye ülkeleri GSYH’larının en az yüzde 0,25’ini Ukrayna’ya askeri yardım olarak ayırmaya çağırmakta.

Ayrıca, Av­rupalı üreticilere öncelik verme (European preference) prensibi doğrultusunda, AB savunma sa­nayisini güçlendirme ve Ukray­na’nın savunma sanayisini Avru­pa ekosistemine entegre etme gi­bi önemli adımlar öngörülmekte. Ukrayna’yı NATO’ya dahil etmek bugün için pek mümkün görülmü­yor. Romanya’nın Bükreş kentin­de, 2008 yılında, düzenlenen NA­TO zirvesinde, bağlayıcı olmayan bir şekilde, Ukrayna’nın üyeliği fikri kabul edildiğinden beri Uk­rayna›nın üyeliği konusunda itti­fak bölünmüş durumda.

Bükreş zirvesinde Ukrayna’nın üyeliğine sıcak yaklaşmayan Av­rupa olmuştu. Bugün durum tam tersine döndü. Trump, “ABD, Uk­rayna için NATO üyeliğinin ger­çekçi bir sonucu olduğuna inan­mıyor” diyerek bu kapıyı etkili bir şekilde kapattı.

Dünyada birlikler öncelikle eko­nomik anlamda kuruluyor. Tarih­te İtalyan ve Alman birliklerinin kuruluşu incelendiğinde birlikte­liğin gümrükler ile başladığı görü­lür. AB için de durum aynı. Eko­nomik birliktelik sonrasında siya­si ve askeri birlikteliğe dönüşür. Bu dönüşüm AB için tam bir siyasi birlikteliğe dönüşmezken askeri anlamda bir fiyaskoyla sonuçlan­dı. Diğer bir ifadeyle AB savunma kapasitesini geliştirme konusun­da gecikti.

Yıllardır ABD’nin şem­siyesi altında ABD finansmanıyla yaratılan güvenlik Trump ile son bulmak üzere. Doğu Avrupa ye­terli askeri donanıma sahip ordu­lara sahip değilken Batı Avrupa Doğunun askeri korumasını üst­lenecek bir ekonomik yükün altı­na girmek istemiyor. Böyle olun­ca da 1990’ların ortalarından beri kurulması planlanan ‘Avrupa Or­dusu’ hayalden öteye geçemiyor. Bunun sonucu olarak uluslararası sistemde AB’nin güç algısı düşük kalıyor. AB’nin uluslararası sorun­lara yaklaşımları temenninin öte­sine geçemiyor. Bir nevi sözü din­lenmeyen yaşlı ağabey rolü.

Bu durum AB için Türkiye’yi bugüne kadar olmadığından daha önemli kılıyor. Keza Türkiye dün­yanın sekizinci NATO’nun üçün­cü büyük ordusuna sahip.

Avrupa savunması ve Türkiye

Türkiye, hem Asya hem Avru­pa arasında bir köprü vazifesi gör­mekte. Bu konum, Türkiye’yi sa­dece ekonomik değil, aynı zaman­da askeri ve güvenlik iş birlikleri içinde merkezi bir aktör haline ge­tirmekte. Dünyadaki jeopolitik re­kabetin arttığı bu dönemde, Tür­kiye’nin bu stratejik konumu, Av­rupa’nın güvenlik yapısında daha belirgin bir rol oynamasını sağ­layabilir ki Belgede, Türkiye’nin coğrafi konumunun ve güçlü ordu­sunun yarattığı stratejik önem ne­deniyle Avrupa’nın güvenlik sis­teminin önemli bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği üze­rinde duruyor.

Türkiye’nin NATO çerçevesin­de alacağı roller ve yapacağı iş bir­likleri Avrupa için önemli fırsat­lar sunmakta. Türkiye’nin NATO içindeki konumunun güçlenmesi ve sürekli artan askeri kapasite­siyle Avrupa’nın güvenliğine kat­kısı büyük olur. Keza Türkiye, Av­rupa için doğu ve kuzey ekseninde ‘stratejik ön cephe’ konumunda.

Doğu Avrupa için ‘enerji kayna­ğı’ anlamı taşıyor. Doğu’dan aka­cak enerjinin istikrarlı bir şekilde Avrupa’ya ulaşması büyük önem taşıyor. Bu noktada Belge, Avru­pa’nın enerji güvenliği ve strate­jik bağımsızlığının önemine de­ğinmekte. Türkiye, enerji ulaşım yolları üzerinde stratejik bir ko­numda olduğundan, Avrupa’nın enerji güvenliğinde kritik bir rol oynayabilir. Bu alanda iş birliği artırılırsa, hem Türkiye’nin ener­ji kaynaklarına erişimi kolaylaşır hem de Avrupa’nın enerji bağım­lılığı azalabilir.

Karadeniz ise Avrupa Birliği ve NATO için ikincil bir güvenlik sa­hası olmaktan çıkarak, artık bi­rincil bir askerî harekât sahasına dönüştü. Baltık Denizi ile Kara­deniz, Rus tehdidine karşı Avru­pa güvenliğinin sağlanmasında kritik öneme sahip stratejik böl­geler hâline geldi. Türkiye’nin Ka­radeniz’in en önemli ülkesi oldu­ğu düşünüldüğünde AB üyesi bir Türkiye AB’yi Karadeniz’de büyük oyunculardan biri haline getirir.

Bu noktada Türkiye’ye Avru­pa’nın savunma altyapısıyla daha fazla entegre olmak için iş birli­ği fırsatları yaratılmalıdır. Avrupa savunmasına dahil olmuş bir Tür­kiye’nin savunma sanayisinin ge­lişimi Avrupa savunmasının daha da sağlam olması anlamı taşır. Ni­tekim Belge, Avrupa’nın güvenlik ve savunma sanayisinde ortaklı­ğın önemini vurgu yapmakta. Bu durumun yaratılması Türkiye’nin hem ekonomik büyümesine kat­kı sağlayacak hem de uluslararası güvenlikteki rolünü artıracak.

Türkiye’nin hibrit saldırıla­ra karşı tecrübeleri, Avrupa’nın savunma politikaları için model oluşturabilir. Böylece Türkiye, de­neyimini paylaşarak Avrupa’nın güvenlik mimarisinde daha aktif bir rol üstlenebilir.

Bu argümanlar, Avrupa’nın Tür­kiye’nin mevcut durumunu ve po­tansiyel fırsatlarını daha iyi an­lamak ve bu durumdan stratejik olarak nasıl faydalanabileceğini göstermek açısından önemli.

Türkiye adına riskler

Avrupa güvenliği üzerine Av­rupa’nın batısıyla doğusunun ay­nı düşünmediği görülmekte. Do­ğu Avrupa güvenlik konusunu AB değerlerinin üzerinde görürken Batı Avrupa bundan taviz verme­me niyetinde. Orta ve Doğu Avru­pa ülkeleri ABD’yi AB’den daha güvenilir bir güvenlik ortağı ola­rak görüyor. Bu durum doğal ola­rak Türkiye konusunda da fikir ayrılıkları yaratıyor.

Doğu Avrupa ülkeleri Türkiye’nin tam üyeliği­ni desteklerken Batı Avrupa, hâlâ Sarkozy-Merkel ikilisinin ‘içeri alma ama kapıdan uzaklaştırma’ modeli üzerinde politika izliyor. Nitekim Belgede NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne aday ülke olan Türkiye’nin uluslararası hukuka uymadığı ve Kıbrıs’ta işgalci oldu­ğu belirtiliyor. Türkiye’nin adada­ki askerî birliklerini geri çekme­si yönündeki çağrı yenileniyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması is­teniyor.

Bununla da yetinilmiyor BM Güvenlik Konseyi kararları­na dayalı, uygulanabilir ve barışçıl bir çözüm için yapıcı biçimde ça­lışması isteniyor. Dolayısıyla Tür­kiye’nin Avrupa ile olan ilişkile­rinde yaşanan gerilimler, askeri ve güvenlik iş birliklerini tehdit eder boyutta. Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik güven konusunda tered­düt yaşaması, Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinin bir parçası olmasını etkileyebilecek düzeyde.

Türkiye için diğer bir risk alanı ise çevresinin sürekli istikrarsız­lık yapısı. Irak güçlü bir devlet ya­pısına kavuşamazken Suriye’nin geleceği öngörülemez belirsiz­likleri içeriyor. Ermenistan Kaf­kasya’da bir istikrarsızlık abidesi. İran, her an uluslararası bir müda­haleye açık durumda. Kuzey’de bü­yük bir Rusya varken artık güney­de Suriye’de hava ve deniz üslerine sahip bir Rusya ile karşı karşıyayız. Ve tabii ki Yunanistan. Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz paylaşım sorun­ları ikili ilişkilerde istikrarı engel­liyor.

Görüldüğü gibi Türkiye ulu­sal güvenliğini tehdit eden birçok dış etkene sahip. Böyle olunca dış müdahalelere karşı hep hazırlık­lı olunması gerekiyor. AB güven­lik mimarisi içinde olmak bu ya­pıyı istikrarlı hale getirebilir mi? Hiç sanmam. Keza bu istikrarsız­lıkların bir nedeni de AB’nin izle­diği politikalar. AB içinde yer ala­cak bir Türkiye tarafından AB poli­tikalarına nasıl uyum sağlanacak. Örneğin AB üyesi bir Türkiye’nin Karabağ konusunda Azerbaycan’a bugün verdiği oranda bir destek verebilecek mi? Türkiye içindeki toplumsal kutuplaşma ve istikrar­sız görüntü AB Türkiye ilişkilerin­de çözülemeyen diğer bir durum.

Bu bağlamda, dış tehditlerin iç po­litikayı daha fazla etkilemesi riski, ulusal birliği etkileyebilir ki bu du­rum, Türkiye’nin dahil olacağı Av­rupa güvenlik politikalarının uy­gulanma gücünü azaltabilir. Diğer yandan NATO ve AB’nin Türkiye adına önemli hale geleceği durum­lar da söz konusudur. Türkiye’nin stratejik konumu, onu hem fırsat­larla hem de risklerle karşı karşıya bırakmakta. Artan jeopolitik reka­bet, özellikle Rusya’nın bölgede­ki etkisini güçlendirmesi halinde, Türkiye’yi stratejik bir hedef ha­line getirebilir.

Bu durum, güven­lik üzerinde baskı oluşturabilir ve Türkiye’nin savunma politikasını yeniden değerlendirmesini gerek­tirebilir. Burada NATO ve AB üyesi olmak önemli bir caydırıcılık fak­törü olacaktır. Tüm bu riskler hem Türkiye’nin ulusal güvenliği hem de Avrupa güvenliği için önemli faktörlerdir. Ancak bütün bunlar­dan önemlisi Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisine nasıl enteg­re edilmek isteneceğidir. Türk or­dusu tam üye olmadığımız bir bir­lik için kullanılamaz. AB, Türkiye ile hareket etmek istiyorsa Türki­ye’nin amasız, fakatsız AB üyeli­ğini düşünmelidir. Aksi takdirde Mehmetçiğimizin bir saç telini bi­le Avrupa için kullandırtmayız, ke­za o bizim için dünyaya bedeldir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Diplomasi felaketi 05 Mart 2025
Barış ve korku 19 Şubat 2025
Trump geldi! 23 Ocak 2025