Avrupalı gazetecilerin konuştukları
Kopenhagdayım…
EBP toplantısı için…
EBP, European Business Press'in kısaltması…
Yani, Avrupa Ekonomi Basını Federasyonu…
53 üyesi var…
Üyeleri Avrupa'nın lider ekonomi yayınları…
The Wall Street Journal Europe, Handelsblatt, Dagens Industri gibi…
Gazeteniz DÜNYA, EBP'ye 1987 yılından bu yana üye…
Üstelik en etkin üyelerinden…
Özellikle de son dönemde…
Sadece okur sayısı bakımından Avrupa ekonomi yayınları arasında ilk 10'da yer aldığımız için söylemiyorum bunu…
Etkinliklere katılım…
Ve toplantı organizasyonları bakımından da öndeyiz…
EBP toplantılarında, Avrupa'nın lider ekonomi yayınlarının sahipleri, genel yayın yönetmenleri, genel müdürleri bir araya gelir…
Geçen yıl Avrupa Yayıncılar Buluşması'nı ekim ayında İstanbul'da düzenlemiştik…
Bu yıl kasımda Kopenhag'dayız…
Seminer gündeminde işimizi ilgilendiren ilgi çekici konular var…
Yazılı basın ile dijital medyanın rekabeti…
Bilgi işleme modelleri…
Dijital dünyada haberciliğin geliştirilmesi…
Gazete dizaynlarında yeni trendler…
Seminer konuları ilgi çekici ama…
Kahve aralarında ve yemeklerde gündem tek:
Yaşanan ekonomik sorunlar…
Gazetecilerin de benimsediği haliyle 'Avrupa kışı'…
Avrupa'nın bir numaralı ekonomi yayınlarının tepe yöneticilerine bakıyorum da…
Kimse durumdan memnun değil…
Ve pek azı gelecekten umutlu…
Diğer toplantılarda pek rastlamadığım bir hava var ortada…
2009'daki toplantımızda krize rağmen, "bu da geçer havası" hakimdi…
Geçen yıl ise hava olumluya dönmüştü…
Ama bu yıl durum öyle değil…
Havada karamsarlık ve biraz da bezginlik var…
Seminerde de, her sunum yapan kendince esprilerle öncelikle bu havanın dağılması gerektiğine vurgu yapan çok oldu ama…
Gelin görün ki, gelişmeler buna pek izin vermiyor…
Hatta bu durum biraz da karşılıklı suçlamaları beraberinde getirmiş…
Bu da daha önceki toplantılarımızda rastlamadığım bir şey…
EBP'nin dönem başkanı bir İtalyan…
Gabriele Copolino…
Keskin zekasıyla olduğu kadar imza attığı başarılarla da saygın bir isim…
Milano Finanza'nın üst düzey yöneticisi…
Üzerlerinde ciddi baskı hissediyor İtalyanlar…
Seminerin ilk gününde Berlusconi'nin istifa ettiği haberi geldi…
Gabriele, biraz buruk…
İtalya'ya oyun oynandığı kanaatinde…
Bornholm Adası'nın özgün Danimarka tatlarını sunan ünlü restoranında biz Akdenizlilere biraz da uzak gelen yemeklerini yerken, "Bay Sarkozy" dedi, "Uyanıklık peşinde…
Bir yandan "Birliğimizi kurtarmak için var gücümle buradayım" diye demeçler veriyor… Bir yandan da baskıyı İtalya'nın üzerine çekiyor…
Aslına bakarsanız, borçluluk oranı dışında Fransa'nın, İtalya'dan ne farkı var?
Kaldı ki, Fransa'nın da borçluluk seviyesi yüzde 90'larda…
Bizim borcumuz 300 milyar euro civarında ama ihracatımız da en az o kadar…
Fransa'ya bakın o da öyle…
Fransız gazeteciler atıldı:
"Siz asıl İngiltere'ye bakın…
Bay Cameron şimşekleri Fransa'nın üzerine çekmeye çalışıyor…
Borç krizinde bir sonraki kurban Fransa olabilir' diyerek artık ima filan değil, açık açık adres veriyor…
Oysa İngiltere'nin ekonomik durumunun, Fransa'dan ne farkı var?"
Kendisi Fransız değil ama Fransa'nın en büyük ekonomi dergisi L'Expansion'un da yayıncısı olan Belçikalı Routarta Grup'un yönetim kurulu başkanı Rik de Nolf, Fransa'nın ekonomik durumunun aslında pek de kötü olmadığını anlattı…
Evet, bankalarda takibi zor alacaklar sorundu, Fransız bankalarının paraya ihtiyacı vardı ama bakıldığında ülkenin borç stoku Almanya'dan bile düşüktü…
"Fakat " dedi Rik de Nolf, "Fransa'da iş dünyası sendikalar ve katı istihdam kanunları nedeniyle çok sıkıntıda. Biz de L'Expansion'da çalışan gazetecilerle benzer sorunlar yaşıyoruz. Aşmaya çalışıyoruz ama…"
Yunanlı dostumuz dayanamadı:
"İşte biz hep bunu söylemeye çalışıyoruz.
Sorun tek başına Yunanistan değil…
Sorun bir bütün olarak Avrupa…"
Bu sırada Londra merkezli en etkin ekonomi gazetelerinden birinin yönetmeni söze karıştı:
"İşin temelinde güven sorunu olduğunu unutmayalım…"
Neil, İskoç…
Sıkı bir Rangers taraftarı…
Sesi sakin ama itiraz dolu…
Seminere misafir konuşmacı olarak katılan yine Londra merkezli uluslararası bir haber ajansının kadın yöneticisi Neil'in sözlerini tamamlamak istercesine devam etti:
"Doğru… Rakamlara bakınca örneğin İngiltere ile Fransa'nın pek de farklı olmadığını görüyorsunuz…
İngiltere'nin borç düzeyi birçok Avrupa ülkesinden az değil. Bu da doğru…
Ama bu kimseyi aldatmasın.
Temel sorun güven sorunu…
Ülkelerin yönetici sınıflarının verdiği sinyallere piyasalar çok hassas…
Tabii, tarihsel deneyimlerde etkili o sinyallerin nasıl algılandığında…
İş oraya gelince de; İngiltere İngiltere, Fransa Fransa, Yunanistan da Yunanistan…
Herkes kendi durumuna göre değerlendiriliyor…
İtalya'da faizler 8'e gidiyor…
İngiltere'de 3'lerde…
İşte aradaki farkı da yaratan bu güven meselesi…
Bir bütün olarak Avrupa'da sorun var ama…
Tek tek ülkelerin bu sorunlar karşısında nasıl bir tutum izleyeceklerine ilişkin beklenti ve buna duyulan güven hala belirleyici…
Ama Gabriele katılıyorum…
Bay Sarkozy'inin oynamayı pek sevdiği büyük devletin saygın lideri rolü bu gidişle Fransa'yı kurtarmaya yetmeyecek…
Bana göre bugünkü noktada İngiltere'nin şansı ise borçlarını çevireceğine dair duyulan güven…
Tam Alman yönetici "İngiltere'nin asıl şansı arkasını Amerika'ya yaslamış olması" diye yeni bir tartışma başlatmak üzereyken, lafı yeniden Yunanistan'a getiriyorum…
Ülkenin iki büyük ekonomi yayınının sahip ve yöneticileri Alexandra Volvolini ve Yannis Perlepes'e, Türk bankalarının Yunanistan'da banka satın almaya kalksa nasıl bir tepki ile karşılaşacaklarını soruyorum…
"Biliyorsun" diyor Alexandra, "aynı soruyu bir Alman üyemiz sormuştu… Ve galiba da sorduğuna soracağına pişman oldu…"
"Yunanistan'da halk çok kızgın…" diyor Yannis…
"Siyasetçilere hiçbir güven kalmadı…
Ben şimdilerde konuşulan teknokratlar hükümeti projesinin de istenilen çözümü getireceğini zannetmiyorum…
İlk ciddi karar alma aşamasında dağılıp gidebilir de…
Ekonomi dünyası ile uğraşanlara negatiflik yakışmaz ama…
Bana kalırsa işler daha da kötüye gidecek…
Avrupalı ekonomi basını yöneticilerinin hepsinin dilinde "yönetim zaafı" var…
Onlara göre Avrupa ülkeleri lider ve liderlikten yoksun…
Biri, "Şu anda AB dönem başkanı kim hatırlayan var mı?" diye soruyor…
"Polonya olabilir mi?" diye yanıt verdi bir başkası, "Polonyalı dostumuz burada, ona soralım…
Polanya'nın lider ekonomi gazetesi Puls Biznesu'nun olduğu gibi Bonnier Business Press Grubu'nun görsel yönetmeni Jacek Utko da aramızda:
"Galiba evet" diyor, "Dönem başkanı biziz… Ya da belki de gelecek dönem biz oluyoruz…"
"Ne önemi var ki" diye devam ediyor bir diğer meslektaşımız:
"Onların yerine Frankfurt hükümeti var ya…"
Frankfurt hükümeti kavramını birkaç kez daha duydum seminer boyunca…
Kimi Avrupalı ekonomi yayınlarının yöneticilerinin kanaatine göre, Avrupa'yı Brüksel değil, bu 'gölge hükümet' yönetiyor…
AB'de dönem başkanlıkları filan formaliteden öteye bir anlam taşımıyor…
Frankfurt hükümetini tam tarif edene rastlamadım…
Ama bu hükümetin eş başkanları belli:
Alman Şansölyesi Merkel…
Ve Fransa Başbakanı Sarkozy…
Yardımcıları ise:
AB Komisyonu Başkanı Barosso…
Komisyonu'nun parasal işlerden sorumlu üyesi Olli Rehn…
AB Konyesi Başkanı Herman Van Rumpey…
Avrupa Merkez Bankası'nın çiçeği burnunda başkanı Mario Draghi…
Bu hükümete Eurogroup başkanı Jean Claude Junker'i de katanlar var…
Hani birkaç ay önce Avrupa'da tartışmalar alevlendiğinde;
"Para politikaları ciddi bir iştir…
Bunu Eurogroup içerisinde kapalı kapılar ardında tartışmalıyız…
İsterlerse demokrasi anlayışımın eksikli olduğunu söylesinler…
Bu konuda başarısız olarak nitelenmeye hazırım…
Ama ciddi olmak istiyorum…
Onun için tam da gizli, karanlık görüşmelerin adamıyım" sözleriyle ünlenen Junker'i…
Bir de eski Fransa'nın Maliye, Ekonomi ve Sanayi Bakanı'nı…
New York'ta bir otel odasında görevli hizmetliye tecavüz etmeye çalışmakla suçlanmasının ardından istifa etmek durumunda kalan Dominique Strauss-Kahn'ın yerine IMF başkanlığına getirilen Chiristine Lagarde'ı…
Hani bizde bir söz vardır:
"Turpun büyüğü heybede" diye…
Kimi yerde de "Öküzün büyüğü ahırda" denilir…
İkisi de aynı anlamdadır:
Asıl büyük felaket daha gelmedi!
İşte Avrupalı ekonomi gazetecilerin birçoğu da bu görüşte…
Görüldüğü gibi en başta da Yunanlı dostlarımız…
Bir ara EBP başkanına "Sence ne olacak?" diye sordum:
"Ne olacak biliyor musun?" dedi Gabriele, "Herkes Yunanistan'ı filan euro dışına çıkarmaktan bahsediyor ya…"
"Evet…"
"Sonunda eurodan çıkan Almanlar olacak…
Çünkü kimseyi kendi rızası olmadan hiçbir şeyden çıkaramazsınız…
Ne eurodan, ne üyelikten…
Bunu denemek bile AB'yi tamamen kilitler…
Ama ayrılmak serbest…
İsteyen gider…
İşte, Almanlar da böyle yapacak…
Eurodan çıkacak…
Belki de onların eurosu ve geri kalanların eurosu olacak…
Şu anda en olabilir çözüm iki hatta üç vitesli Avrupa konusunda anlaşmak gibi görünüyor…
İki günlük Kopenhag izlenimlerim böyle…
Krizin AB üyelerini birbirine daha yakınlaştırdığını söyleyenler var ama…
Benim gözlemlerime göre aksine çatlaklar artıyor…
Karşılıklı suçlamalar…
Ulusal refleksler göze batar hale gelmiş…
Bu da çatlakları daha da derinleştirme riski taşıyor…
Seminerin sonunda verilen veda yemeğinde en şanslı üye seçildim…
Türkiye, AB üyesi olmadığı için…
Dolayısıyla bu patırtının da uzağında kalabildiği için…
Anın keyfini çıkarmak istercesine arkama yaslandım…
Bu sırada, bir yandan sohbete devam ederken Gabriele'in bir sözü aklıma takılmış, onu çözmeye çalışıyordum…
Daha doğrusu İtalya'nın yaklaşık 300 milyon euro olarak ifade ettiği ihracat rakamını dolara çevirmeye çalışıyordum.
Sonunda çevirdim…
İtalya'nın ihracatı 470 milyar dolardı…
Bizim bu yıl beklentimiz 135 milyar dolar…
2023 hedefimizi düşündüm…
500 milyar dolar…
Bugünkü İtalya seviyesine gelebilmemiz için daha 12 yıl var…
Keyfim gene kaçtı…
Amerikan bankaları "Y" kodlu euro almıyor mu?
Euro…
AB üyelerinin bir kısmının oluşturduğu para birliğinin birimi…
Kısa adı ECB olan Avrupa Merkez Bankası tarafından basılan Euro banknotları 2002 yılından bu yana dolaşımda…
Banknotlar 5 eurodan 500 euroya değişen farklı 7 değerdeki birimlerde işlem görüyor…
Avrupa Ekonomi Basını Federasyonu'nun toplantısında ekonomi gazetecileri arasında en çok konuşulan konulardan biri euronun geleceği idi…
Ama benim de, başka gazetecilerin de en çok ilgisini çeken şey İtalyan gazetecilerin Euro banknotlarına ilişkin verdiği bilgi oldu…
Daha doğrusu aktardıkları bir söylenti…
Rivayet muhtelif…
Buna göre, Amerikan bankaları bir süredir "Y" kodu olan euro banknotlarını almıyormuş…
Siz de benim gibi, "Y" kodu nedir diyeceksiniz…
Anlattıklarını paylaşayım:
Euro banknotlarının üzerinde her ülkeyi temsilen bir kod bulunuyor…
Örneğin, "Z" Belçika'yı temsil ediyor…
"U" Fransa'yı…
"V" ise İspanya'nın kodu…
Amerikan bankalarının almadığı iddia edilen "Y" kodu ise Yunanistan'a ait…
Denilen o ki, Yunanistan'ın euro dışına çıkması ve geleneksel para birimi drahmiye dönmesi halinde, Yunanistan Merkez Bankası "Y" kodlu euroların sadece bir kısmının drahmi ile değiştirecekmiş…
"Y" kodlu euroların bir miktarı değişimin dışında kalacakmış…
Varsayım böyle…
Söylentiler, doğru ya da yanlış bilmiyorum…
Kopenhag'dan döner dönmez, işin uzmanı diye bildiğim kişilere sordum…
Bu konuda hiçbir şey duymamışlar…
Ama Avrupa'nın en önde gelen ekonomi yayınlarının yöneticilerini uzun süre işgal eden konu bu oldu…