Avrupa'da işler bir türlü yoluna girmiyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Çok kısa bir süre öncesine kadar Avrupa bölgesinin ekonomik sorunlarının artık aşıldığına dair bir hüküm sürmekteydi. Öyle ki, küresel kriz sonrasında özellikle zor duruma düşmüş Güney Avrupa ekonomilerinin bile toparlanmış olduğu iddia ediliyordu. (Bir de bu durumu Troika’nın kemer sıkma politikaları altında ezilmiş ve hâlâ da ezilmekte olan Yunan halkına sormak gerekir!) Bu gelişmeler ışığında euronun dolar karşısında çok yakında yüksek oranda değer kazanacağı değerlendirmeleri bile yapılmaya başlanmıştı.

Ancak son veriler işlerin hiç de istenildiği gibi gitmediğini göstermekte. Siyaset alanındaki İngiltere’nin ayrılmasının ve gelecek AB seçimlerinde sağ ve milliyetçi grupların parlamento çoğunluğunu ele geçirmesi ihtimalinin iktisadi alana olası yansımalarını bir kenara bırakalım. Şu anda temelde de Avrupa’da işler çok iyi gitmiyor. GSYH büyüme hızı 2017 sonundan beri gerilemekte. Avrupa ekonomisinin motoru sayılacak Almanya’da bile bu senenin 3. çeyreğinde eksi büyüme görüldü. Bir de tabii son günlerde biraz yatışmış gibi görünen İtalya meselesi söz konusu.

Son krizden beri hâlâ tam olarak toparlanamamış olan banka bilançoları ve yüksek ülke borçlulukları Avrupa üzerinde ciddi bir yük oluştururken, son dönemde de iş döngüsüne bağlı bir yavaşlama ile karşı karşıya kalınmış gibi gözüküyor. Bu şartlar altında Draghi’nin tahvil alım programını Aralık ayında sonlandırma takvimini devam ettirmesi hiç de akılcı bir strateji olarak göze çarpmıyor doğrusu. AB’nin yeniden bir resesyona girme gibi bir lüksü kesinlikle yok.

Açıkçası bununla savaşacak para politikası silahlarından da yoksun durumda: Faiz oranları çok düşük seviyelerde, Aralık’ta sonlandıracağı QE’ye aradan hiç vakit geçmeden yeniden başlama durumunda kalması ise finansal piyasalar tarafından kuşkuyla karşılanacaktır.

AB’nin mutlaka güçlü ve dinamik bir ortak maliye politikası oluşturması gerekiyor. Her ülke ve ekonominin ihtiyaçlarına göre oluşturulacak esnek bir politika. Eğer bir ekonomiyi canlandırmak için bir süre için yüzde 5’lik bir açık bile gerekiyor ise, bunun uygulanmasına izin verilmesi gerekiyor. Tabii ki, finansal piyasalar söz konusu ülkenin borçluluk durumuna bakarak böyle bir genişlemeye negatif tepki verebilirler. (Küresel kriz ve sonrasındaki Güney Avrupa krizine kadar finansal piyasalar böyle bir ayrım yapmıyorlardı.) O zaman da çıkarılacak ülke tahvillerinin mutlaka ki AB’nin garantisi altında olması gerekiyor.

Geçen yazımda da belirttiğim gibi hal böyle iken Almanya’nın hâlâ üye ülkelere “bütçe açığını daralt” baskısı yapması anlaşılabilir ve de kabul edilebilir gibi değil. (İtalya da bu baskılara 2019 bütçe açığını yüzde 2.2’ye çekerek bir miktar boyun eğmiş gözüküyor.) Bu baskıların Avrupa Parlamentosu seçimlerinde üye ülkeler arasındaki siyasi bölünmeyi daha da belirgin hale getirmesi mümkün gözüküyor. Her ne kadar AP’nin AB’nin günlük işleyişinde fazla bir önemi olmasa da bu durumun mutlaka yansımaları olacaktır.

Avrupa’nın toparlanamaması ihracatının yarısından fazlasını bu ülkelere yapan Türkiye açısından da iyi bir haber değil. Nitekim, öncü veriler Kasım ayında altın-dışı ihracat artışımızın yüzde 4-5 civarlarında kaldığını gösteriyor. Pek tabii ki, hiç artış olmamasından çok daha iyiyse de, iç talebin çok zayıf seyrettiği bir ekonomiyi (Kasım ayına ilişkin mevsimsellikten arındırılmış kapasite kullanım oranı 73.7 ile küresel kriz sonrasındaki en düşük değerine gerilemiş durumda) ayağa kaldıracak bir ihracat ivmelenmesinden bahsedemiyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019