Avrupa'nın esas hastalığı

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Yetti artık bu Avrupa,Yunanistan'dan gına geldi  falan dediğinizi duyar gibiyim. Haksız da sayılmazsınız doğrusu. Eskilerin tabiri ile bu iş kabak tadı verdi sayılır. Neredeyse yıllardır bu meseleyi konuşuyoruz.  Pek fazla değişen bir şey de yok. En son Yunanistan'ın acil ihtiyacı olan bir kaç milyar Euro temin edildi ve şimdilik kaydıyla sorun  aşıldı. Bu günlerin iyi günler olduğu, Yunanistan'ın esas sıkıntısının Ocak, Şubat aylarında ortaya çıkacağı konuşulmaya başlandı bile. 

İş Yunanistan ile bitse mesele yok. Bakın durup dururken İtalya geldi gündeme. Hatırlarsanız İtalya'nın da sorunlu olduğu, yakında başının fena halde derde gireceği bir süredir fısıltı halinde söyleniyordu. Geçtiğimiz günlerde S&P İtalya'nın kredi notunu düşürüp, görünümünü de negatife çevirince fısıltılar yüksek sesli uyarılara dönüştü. Şimdi kaygılı gözler İtalya üzerinde odaklanmaya başladı.

Euro bölgesi ülkelerinin sanki sıraya girmiş gibi sıkıntıya düşmesi, sorunların adeta ülkeler arasında seyahat ediyor olması Avrupa'daki iktisadi durumun öyle genel geçer, kısa soluklu  borç-finans analizleriyle geçiştirilecek kadar sığ olmadığı, daha derinde yatan, daha büyük cesamette bir sorundan kaynaklandığı izlenimini veriyor.

Hepimizin tutsak olduğu kısa vadeciliği bir yana bırakıp, sorunun kökenini tarihsel bir perspektif içinde aramamız gerekiyor diye düşünüyorum

                                             *                   *                   *

Avrupa'nın zemindeki derdi son yıllarda ortaya çıkmış olan borçlanma sorunu değil. Borçlanma da sorun tabii ama bunun altındaki neden daha ciddi bir hastalığa işaret ediyor.

Avrupa tarihsel süreç içinde, daha çok siyasal dayatmalarla, dünyadan kendisine kaynak aktarmış ve böylece kendi kaynaklarının elverdiğinin ötesine taşan iktisadi büyüklükler üretmiş ve tüketmiş bir kıta. Bir tür hastalık bu. Üstelik, pek dengeli olmasa da, hastalık neredeyse tüm kıtaya yayılmış durumda.  

Durumu hafifletmek pahasına da olsa bu hastalığı kendi kaynaklarının elverdiğinin ötesinde tüketip, aşırı şişmanlama nedeniyle kendi ölçülerinin ötesine şişmiş (over sized) ve hareket kabiliyetini kaybetmiş olmak diye tanımlayabiliriz.

Bu tanımda üzerinde durulması gereken temel öge  kendi kaynaklarının ötesinde kaynak kullanan bir yaşam düzeyini yakalamış ve buna alışmış olmaktır. Dikkat ederseniz başta Yunanistan olmak üzere AB'nin pek çok ülkesinde bugün de ana sorun budur. Bu ülkelerdeki güncel borçlanma sorunu da buradan kaynaklanmaktadır.

Bu durumun kıtanın tarihsel yapılanma biçiminden kaynaklandığını düşünüyorum Geçmişte Avrupa'nın kendi kaynaklarının ötesinde kaynak kullanması sömürgelerden siyasi dayatmalarla aktarılan kaynaklar sayesinde mümkün olabiliyordu.  Bu kaynaklarla ilk ivmesini alan ekonomik yapılanma uzun süreli bir iktisadi üstünlük kurulmasını mümkün kılmış ve sömürgeciliğin sonrasında da kıtaya kendi kaynaklarının ötesinde kaynak kullanan bir yaşama biçimini sürdürme imkanı vermiştir.

                                            *                   *                   *

Avrupa'nın kendi ölçülerinin üstüne taşmış bir yaşam düzeyine koşmasının  başlangıç noktası budur. Bu noktadan sonrası bir yandan ekonomide üstünlüğünü kaybederken bir yandan da sanki böyle bir şey olmuyormuş gibi yaşamaya çalışmaktan ibarettir. Bunu biraz gecikmeyle fark eden kıta kendi içinde bir araya gelerek iktisadi gücü muhafaza etmeye yönelmiştir. Avrupa Birliğinin oluşmasının arkasındaki önemli ivmelerden birisi bu üstünük kaybetme telaşıdır.

Avrupa Birliği'nin oluşumu  bir çok üyesi açısından zemindeki aşırı şişkinlik sorununu çözmemiştir tabii ama bir süre daha sürdürme imkanı yaratmıştır. Bu AB içinde kaynak fazlası yaratabilen ülkelerin (örneğin Almanya) kaynak fakiri üyelere (örneğin Yunanistan, Portekiz), "Avrupa Fonları" adı altında, kaynak aktarması ile mümkün olmuştur.

Avrupa Fonları, özellikle güneyli üyelere, kendi kaynaklarının elverdiğinin ötesinde bir düzeyde yaşama alışkanlığını sürdürme imkanı vermiştir. Ancak, tarih içinde oluşan el kesesinden yeme alışkanlığının sürdürülmesi bu ülkelerde pek çok algı sapması ve davranış bozukluğu üretmiştir. Bugün sıkıntıdaki ülkelerin, örneğin Yunanistan'ın, kendi durumunu idrak etmekte gösterdiği zafiyetin ve bundan kaynaklanan toplumsal huzursuzluğun derininde  bu tarihsel sürecin yattığını düşünüyorum.

Gördüğünüz gibi, Avrupa'ya bir de bu açıdan bakmak bayağı verimli bir çabaymış gibi duruyor. Biz de bakmaya devam edeceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018