Avrupa yol ayrımında

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

1998-2005 yılları arasında Almanya'da başbakanlık yapan Schröeder göre, AB'nin içinde bulunduğu kriz siyasi birliğin sağlanamamasından, kamu borçlarının yüksekliğinden ve öngörülen reformların yapılamamasından kaynaklanıyor.  Üye ülkelerin parasal birlik çatısı altında ulusal egemenliklerini eskiden olduğu gibi sürdürmelerine olanak olmadığını belirten Schröeder göre, bu konuda şimdiye kadar adım atılmamasının AB'nin temel yanlışlarından biri olduğu, ortak para biriminin korunması için ise siyasi birlik şart.

Almanya'nın önde gelen gazetelerinden Die Welt geçen hafta Merkel'den önceki Şansölye Gerhard Schröeder ile yapılmış bir mülakatı yayınladı. 1998-2005 yılları arasında Sosyal Demokratlar ve Yeşiller arasında kurulan koalisyon hükümetinde başbakanlık yapan Schröeder, görevi Angela Merkel'e devrettikten sonra aktif siyasi yaşamdan çekildi. O zamandan bu yana Rus Gazprom şirketinin kardeş kuruluşu Nordstream firmasında yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütüyor. Mülakatın başlığı: "Gerhard Schröeder'in Avrupa'yı kurtarma planı."

Avrupa bonosu'ndan, AB'nin kendi kredi değerleme kuruluşlarını oluşturmasına ve AB Komisyonu'nun Avrupa hükümeti olarak çalışmasına kadar birçok önemli konuda görüşlerini aktaran Schröeder, AB'nin bir yol ayrımında olduğu; siyasi birlik olmadan sorunların çözülemeyeceği kanaatinde. Schröeder'e göre, AB'nin içinde bulunduğu kriz siyasi birliğin sağlanamamasından, kamu borçlarının yüksekliğinden ve öngörülen reformların yapılamamasından kaynaklanıyor. Siyasi birlik konusunda Schröeder'in aklından geçen Avrupa Komisyonu'nun Avrupa Bakanlar Kurulu olarak çalışması ve Komisyon Başkanı'nın Birleşik Avrupa'nın Başbakanı olması. Schröeder üye ülkelerin parasal birlik çatısı altında ulusal egemenliklerini eskiden olduğu gibi sürdürmelerine olanak olmadığını; bu konuda şimdiye kadar adım atılmamasının AB'nin temel yanlışlarından biri olduğunu; ortak para biriminin korunması için siyasi birliğin şart olduğunu söylüyor.

***

Birliğin iki büyük ülkesi Almanya ve Fransa arasında para politikasına ilişkin anlaşmazlığın, Fransız bonolarının faizlerinde artışa yol açabileceğini, bunun iki ülke arasındaki ilişkiyi zedeleyebileceğini söyleyen Schröeder, Merkel'in Avrupa bonosu fikrine karşı çıkmasını anlayamadığını; üye ülkelere gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde 60'na kadar Avrupa bonosu çıkarma hakkının verilmesini, bunun üzerinde borçlanmak isteyenlerin ise daha yüksek faizlere katlanmaları gerektiğinin altını çiziyor. Eski başbakana göre AB'nin kendi kredi derecelendirme kuruluşlarını oluşturmaması ve bu konuda ABD'ye bağımlı olması sorunların ağırlaşmasına yol açan bir diğer faktör.

***

Schröeder'in başbakanlığı döneminde Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusundaki samimi isteği ve müzakere sürecinde Fransa Başkanı Chirac'ı ikna etmek için gösterdiği çabalar malum. O günden bugüne Schröeder'in Türkiye ile ilgili görüşlerinde bir değişiklik yok. Schröeder, AB'nin tekrar ayağa kalkması için siyasi birliğin de yeterli olmayacağını, bunun yanısıra Rusya ile stratejik ortaklığa gidilmesi ve Türkiye'nin Birliğe alınması gerektiğini vurguluyor. AB'nin ancak bu şekilde Çin'in liderliğindeki Asya ülkeleri ve ABD ile eşit koşullarla işbirliği yapabileceğini, daha doğrusu rekabet edebileceğini belirtiyor. Şansölye Schröeder, bu güzel senaryonun insanların kafasına sokulması gerektiği düşüncesinde. 2010'da Die Welt'deki yazısında da Schröeder benzer görüşleri ortaya koymuş, Türkiye ve Rusya'sız bir Avrupa'nın uzun vadede ayakta kalamayacağını söylemişti. Schröeder, Türkiye'nin birliğe tam üyeliğinin iki taraf için de ekonomik, politik ve kültürel açılardan kazanç olacağının; dünyanın en büyük yirmi ekonomisi içinde yer alan Türkiye'nin önümüzdeki 20-25 yıllık dönemde Avrupa'nın dördüncü veya beşinci büyük ekonomisi olarak Fransa ve İtalya ile aynı duruma geleceğinin altını çiziyordu. Schröeder'in görüşleri, AB'nin içinde bulunduğu krizin salt ekonomik nedenlerden kaynaklanmadığını, siyasi ve kültürel boyutlarının da olduğunu ortaya koyuyor. Gerçekten de krizin asıl nedeni, AB'nin ABD ve yükselen pazar ekonomileri karşısında ekonomik, siyasi ve demografik yönlerden giderek güçsüzleşmesi. Olağanüstü yüksek büyüme hızlarıyla kalkınmalarını sürdüren bu ekonomiler karşısında yaşlanan Avrupa'nın Merkel ve Sarkozy gibi vizyondan yoksun politikacıların yönetiminde uzun vadede gerilemesi kaçınılmaz

***

Bilindiği gibi gündemin en önemli konuları mali birliğin oluşturulması ve bütçe açıklarının gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 3'yle sınırlı kalması yönünde Merkel ve Sarkozy tarafından alınan kararların diğer üye ülkelerce onaylanması. Anlaşma sağlanır mı, sağlanmaz mı? Hadi sağlandı diyelim, bu ne zaman uygulamaya konulur? Zira zirveden çıkacak kararlar kadar bunların uygulanabilirliği de çok önemli. Bu bakımdan hafta içinde kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's'un (S&P) uyarısı anlamlı. S&P'den yapılan açıklamada, zirveden piyasaları ikna edici kararlar çıkmadığı takdirde aralarında Almanya, Fransa, Hollanda ve Finlandiya'nın da olduğu on beş ülkenin kredi puanının düşürüleceği uyarısı yer alıyor. AB Zirvesi'nde İngiltere Başbakanı Cameron, Lizbon Antlaşması'nda yapılması düşünülen değişikliği ülkesinin çıkarlarına ters düştüğü gerekçesiyle onaylamayacağını belirtti. Bu durumda kredi puanlarında yeni ayarlamaların yapılması muhtemel. Ancak, Merkel'in geçenlerde parlamentoda yaptığı konuşma Almanya'nın en kötü senaryoya da hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Almanya Başbakanı konuşmasında, borç krizinin çözümünün uzun yıllar alacağını; bir zamanlar dünyanın en güçlü paralarından biri olan Alman Markı'ndan bile daha güçlü olarak nitelediği euronun istikrarını sonuna kadar koruyacağını söylemişti. Bu sözlerden ben, Almanya'nın tek başına kalsa bile euroya sahip çıkacağı anlamını çıkarıyorum. Ne dersiniz?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016