Avrupa sonunda sorunların büyümeyle aşılabileceğini anladı

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

 

Orhan AKIŞIK

Geçtiğimiz hafta AB zirvesi için Brüksel'de biraraya gelen devlet ve hükümet başkanları bazı
önemli kararlar aldılar. Şöyle ki;
1) Bütçe denkliği sağlanacak,
2) Krediler işler hale getirilecek,
3) Büyüme ve rekabet teşvik edilecek,
4) İşsizlik ve bunun neden olduğu sosyal sorunların üzerine gidilecek,
5) Kamu yönetimi etkin hale getirilecek,
bu hedefler kulağa hoş geliyor gelmesine de, gerçekleşmeleri hiç kolay görünmüyor. Üye ülkeler arasında bütçe denkliğini sağlamaya yönelik mali disiplin antlaşması İngiltere ve Çek Cumhuriyeti dışında yirmibeş AB ülkesi tarafından imzalandı. Antlaşma uyarınca, yıllık bütçe açıkları cari fiyatlarla gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 0.5'ini geçemeyecek. Konulan limite uyulmasını garanti altına almak için üye devletlerin, antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde anayasalarında gerekli değişiklikleri yapmaları öngörülüyor. Maastricht kriterleri arasında yer alan bütçe açıklarının GSYİH'nın yüzde 3'ünü geçmemesi gerektiği koşulunu yerine getiremeyen ülkeler, bütçe denkliğini nasıl sağlayacaklar? İspanya daha şimdiden 2012 için yüzde 4.4 olarak tahmin edilen bütçe açığını yüzde 5.8 olarak revize ettiğini duyurdu. Hollanda da, gelecek üç yıl zarfında önemli tasarruflar olmadan bu koşulu yerine getiremeyeceğini açıkladı. İtalya, Portekiz ve Yunanistan'ın ise bu konuda hiç bahsi geçmiyor. Bu kararla üye ülkelere söylenen esasen şu: Ekonomideki düzenlemeleri kaldırın ve sosyal devlet ilkesinden vazgeçin. İngiltere'nin muhafazakar Başbakanı David Cameron, ekonomide ülkesinin benimsemiş olduğu anglo-sakson düşünce tarzının bir sonucu olsa gerek öteden beri düzenlemelere karşı. Cameron, zirvenin son günü yaptığı açıklamada AB'nin, İngiltere'nin ekonomide liberalizmin tamamen yerleştirilmesini savunan düşüncesini desteklediğini söylemeyi ihmal etmedi.

***
AB'deki ekonomik model anlayışı, daha doğrusu "Avrupa modeli" giderek ekonomide düzenlemelere karşı anglo-sakson modeline mi yaklaşıyor? Bu konuda görüşler muhtelif. Kimilerine göre kıt'a Avrupası'nın sosyal refah devleti modeli yeniden canlandırılmayacak biçimde geçerliğini yitirmiştir. Kimileri ise refah devletinin kısmen de olsa ayakta kalabilmesi için vergilerde artış ve harcamalarda kısıntıların gerekli olduğuna dikkati çekiyor. Bu farklı görüşler bir yana, birçok AB ülkesinde muhafazakar iktidarların işbaşında olduğu 1990'lı yıllardan bu yana sosyal harcamalar giderek azalıyor. Sosyal refah devleti modelinin ilk şekliyle işlerliğini sağlamak günümüzde zor. Kökenleri 19 yüzyıla dayanan refah devleti modeli geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğine kadar başarıyla uygulandı. Bu başarıda sosyal harcamaların bugünkü seviyesinin çok altında olması kadar, Batı ülkelerindeki yüksek büyüme hızlarının da büyük payı vardı. Günümüzde ise sayısı giderek artan yaşlı nüfus ve ekonomik büyümedeki yavaşlama sosyal harcamaların finansmanında büyük güçlük doğuruyor. Harcamaların finansmanı için vergilerin arttırılması ise büyümeyi azaltacağı gerekçesiyle hükümetler tarafından tercih edilen bir politika değil. Sosyal refah devleti modelinin günün koşullarına göre yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz. AB'nin büyük ekonomileri Almanya ve özellikle Fransa'da bu konuda atılan adımlar geniş toplum kesimlerinin muhalefetiyle karşılaşıyor. Kimsenin elde ettiği kazanımlardan vazgeçmeye niyeti yok. Fransa'da emeklilik yaşının 60'tan 62'ye çıkarılması az gürültü çıkarmamıştı.

***
Sosyal hakların korunabilmesi ekonomik büyümenin sürekliliğine bağlı. AB zirvesinde üye ülkelerin büyüme ve rekabetin teşvik edileceği yolunda aldıkları karar bu bakımdan önemli.
Büyük resesyonun AB bölgesini etkisi altına aldığı 2008'den bu yana Avrupalı politikacıların büyümenin gerekli olduğuna ilişkin ifadesine ilk defa şahit oluyoruz. Kemer sıkma politikalarıyla bir yere varılamayacağını nihayet anlamış görünüyorlar. AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, zirvenin ilk gününde "zaman krizden büyümeye geçme zamanıdır" diyerek AB'nin gündemindeki en önemli konunun büyüme olduğunu açıkladı. Mayıs ayındaki seçimlere hazırlanan Fransa Başkanı Sarkozy de krizin sonuna yaklaşıldığı görüşünde. Almanya Şansölyesi Merkel ise her zamanki gibi ihtiyatı elden bırakmıyor, ekonomideki kırılganlığın sürdüğünü söylüyor. İyimserliğe kapılıp başlatılan reform sürecinin sulandırılmasından, ipin ucunun kaçırılmasından çekiniyor.

***
AB'nin krizi firesiz atlatıp atlatmayacağı bilinmiyor. Yunanistan'ın durumu henüz açıklığa kavuşmuş değil. Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) son iki ayda bankacılık sektörüne enjekte
ettiği paranın miktarı 1 milyar euronun üzerinde. Bu çapta kredi artışından amaçlanan küçük ve orta büyüklükteki işletmelere kredi akışının sağlanması ve böylelikle istihdam ve büyümenin yolunun açılması. Uzun yıllardan beri büyüme karşıtı politika izlediği için sürekli eleştirilen ECB'de bu, önemli bir politika değişikliğine işaret ediyor. Geçenlerde Almanya'nın sosyal demokrat eğilimli gazetelerinden Süddeutsche Zeitung'da çıkan bir haberde ECB'nin enflasyonu kontrol altında tutmaktan ziyade euroyu kurtarmaya yöneldiği, bir merkez bankası başkanından çok bir politikacı gibi davranan Mario Draghi'nin tehlikeli bir yol seçtiği görüşüne yer veriliyordu. Bu görüşe katılmak zor. Draghi, doğru yapıyor. Zira büyüme olmadan sorunların çözümü, işsizliğin ve açıkların azaltılması olanaksız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016