Avrupa sıkışırken bizim sıkışmamamız imkansız
Açıkçası gün geçtikçe Avrupa'daki kriz içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Bu bağlamda, devletin "yürütme" fonksiyonunun Yunanistan ve İtalya'da teknokrat Hükümetlere terkedilmiş olmasının gerçek bir "kuvvetler ayrılığı" ve "checks and balances" sistemi olmayan demokrasilerin nasıl zaman içinde acze düştüklerini gösteren ibret verici bir gelişme olduğunu not düşmek gerektiği kanısındayım. (Maalesef, Türkiye'de de son dönemde kuvvetler ayrılığı prensibinin gittikçe "kuvvetler birliği"ne doğru kaydığını müşahede etmekteyiz.)
Başta Avrupa Finansal İstikrar İmkanı'nın (EFSF) kaynaklarının artırılması olmak üzere son dönemde alınan tüm tedbirlere rağmen gün be gün mali açıdan zayıf durumdaki Avrupa ülkelerinin tahvil faizlerinin artmakta olduğu görülüyor. Bizim 90'lı senelerden çok iyi hatırladığımız gibi artık her tahvil ihracı piyasalarda ciddi bir stres konusu olmaya başladı. Evet, belki İtalya'nın son tahvil ihracı tahminlerden daha iyi bir şekilde sonuçlandı ama, unutmayalım ki, sadece sene sonuna kadar gelişmiş (ve yüksek borçluluk içinde yüzen) ülkelerin tamı tamına 104 adet daha tahvil ihracı söz konusu. Ne diyelim, Allah kolaylık versin!
Euro bölgesindeki bu belirsiz ve sıkışık şartlar altında, Türkiye ekonomisine ve özellikle dış finansman durumuna baktığımızda, görüntünün çok da parlak olmadığını söylemek durumundayız. Alınan tüm (palyatif) önlemlere rağmen, cari açığımızda belirgin bir gerileme olduğunu söylemek zor. Her ne kadar Eylül ayında cari açığımız piyasa beklentileri paralelinde 6.8 milyar dolar olduysa da, bu durum açığın kontrol altına alınmasından değil, piyasa beklentilerinin gerçekçi bir şekilde oldukça yüksek olmasından kaynaklanıyordu. Geçen senenin aynı ayındaki açığın 3.8 milyar dolar olduğunu dikkate aldığımızda, kümülatif açığın azalmakta değil, aksine hâlâ artmakta olduğunu görüyoruz. Sene sonunda milli hasılamızın %10'una ulaşan 80 milyar dolarlık bir açık hayal değil artık!
Evet, teslim etmek gerekir ki, Sn. Şimşek'in de ifade ettiği gibi cari açığın 50 milyar dolara yakın bir kısmı petrol ve doğal gaz ithalatından kaynaklanmakta. Ancak, bu bir durum tesbiti, çözüm önerisi değil! Nitekim, süregelen küresel belirsizliklere rağmen, önümüzdeki sene enerji fiyatlarında kayde değer bir gerileme olması beklenmiyor. Aksine, örneğin Rusya'nın bize sattığı doğalgazın fiyatında değil bir azalma, artış bile söz konusu olabilir. (Geçtiğimiz hafta Rusya dışında hiçbir ülkenin topraklarından geçmeden Baltık Denizi üzerinden doğrudan Almanya'ya bağlanan Nord Stream hattının devreye girmesi ile, Rusya'nın komşu ülkelere bağımlılığı son derece azalmış ve pazarlık gücü iyice artmış bulunuyor.)
İçeride alınan önlemlerin etkisinin Ödemeler Dengesi'nin Eylül ayı rakamlarına yansımamış olduğu iddia edilebilir. Doğrudur da. Ancak, Eylül'den sonraki öncü göstergeler de Ekim ve Kasım aylarında açıkta yeterli düzeyde bir azalma olduğunu teyit eder nitelikte değil. Sonuçta, açığın kontrol altına alınması ekonomik aktivitenin de ister istemez yavaşlamasını gerektiriyor. Ancak, Ekim'de kapasite kullanım oranı artmaya devam etti. Öte yandan, Merkez Bankası da her ne kadar 20 Ekim'de borç verme faizlerini artırarak bankaların fonlama maliyetini fiiliyatta 3 puan kadar artırmış ise de, henüz kredilerde bir yavaşlama müşahade edilmiyor. (Aksine TL kredilerin Ekim'in son haftasında 4 milyar TL kadar artmasıyla, sene başına göre artış oranı %25'i de geçti.) Tam tersi, bankalar fonlama maliyetleri ve tahvil faizlerindeki artışlar nedeniyle azalan kârlılıklarını dengelemek için kredilere hız vermek zorunda. (Sizi bilmem ama benim cep telefonuma hâlâ yağmur gibi tüketici kredisi teklifleri yağmakta.) Öte yandan, belirgin ölçüde değer kaybetmiş bulunan TL sayesinde ihracatın Ekim ayında az da olsa ivmelenmesini beklerdik. Ancak, TİM verilerine göre bu ay ihracattaki artış % 6.4 ile son bir senenin en düşük artış oranı. (Kasım ayı verileri de iyi yönde değil, ancak Bayram tatilinin yarattığı etki geçen seneyle kıyaslamayı şimdilik mümkün kılmıyor.)
Eylül'de cari açığımızın önemli miktarda özel sektörün orta ve uzun vadeli borçlanmasındaki artışla (%140'ın üzerinde bir roll-over oranıyla) karşılandığını görüyoruz. Ancak, ana borçlanma piyasamız olan Avrupa bankalarının zaafiyeti ve öz kaynak ihtiyaçları arttıkça bu piyasalarda bir sıkışıklık yaşanması durumunda, önümüzdeki dönemde cari açığın fonlanması daha da baskı altına girebilir.