Avrupa sancılı da biz ne kadar sağlamız?

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Avrupa ile ilişkimiz, sevgi ve nefret duygularının uç noktaları arasında gidip gelen kişisel ilişkileri andırıyor. Gerçekten de kabul edelim ki, çoğu zaman sancılı ve çekişmeli de olsa, yüzyıllardan bu yana bu ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasal gündeminin dış dünya ile ilgili bölümünün birinci sırasında hep Avrupa olmuştur. Toplumun zenginlik ve uygarlık doğrultusundaki tarihi yolculuğunda dayandığı vizyonun en önemli unsuru olması dışında, evrilerek oluşan ticari ve sosyal kültürümüzün de, Ortadoğulu kimliğimizle birlikte, ayrılmaz bir parçası haline gelmesi bunu yeterince açıklar. Hatta diplomatlarımız ve öğrencilerimiz dahil yurtdışında bulunan pek çok yurttaşımızın kendilerini Ortadoğulu ya da Asyalı diye niteleyenlere bozulup "hayır biz Avrupa'lıyız" diye tepki göstermesini de bu köklü ilişki nedeniyle doğal karşılamak gerekir.

AB ile ilişki sorunlu ama önemli

Ancak ekonomik alanda oldukça olumlu ve hızlı gelişen bu ilişki, geleneksel kültürel değerler ve kimlikteki ayrışma ve uyumsuzluk nedeniyle epeyce sorunlu. Bizim daha çok ekonomik boyutuyla ilgi gösterdiğimiz AB sürecinin bunca aksaması da temelde bu nedenle. Bu yönlerden toplumlar arasında bu yakınsama ve uzlaşma sağlanması zaman alacak. Bu da kötü bir şey değil, çünkü ekonomik yönden de yakınsama için daha kat edilecek bir mesafe var. Bu mesafeyi AB'ne girdikten sonra değil, girmeden tamamlamak bizim iddialı kimliğimiz ve özgüvenimiz açısından daha da doğru.

Kaldı ki ilişkinin sorunlu olması, çok önemli ve alternatifsiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çok önemli çünkü hem uzun tarihsel birliktelik ve coğrafi yakınlık, hem de son yıllarda artan bölgesel model niteliği, Türkiye'nin önemli ve değerli olmasında Avrupa ile yoğun ilişkisinin vazgeçilmez bir kriter sayıldığını gösteriyor. Son elli yılda ABD ile siyasal ve askeri bağlamda oluşan ittifak ilişkisi ise bunun alternatifi değil, aksine tamamlayıcısı. Nasıl Meksika ve diğer Amerika kıtası ülkeleri ABD ile aynı küme içinde yer alıyorsa, biz de Avrupa ile aynı kümenin içindeyiz. Hızlı küresel değişime ragmen, başka bir küme arayışı da şu aşamada rasyonel ve muhtemel görünmüyor.

Rekabet gücü batı ile test edilir

Zaten küresel kriz sonrasında güçlenen, biraz da şişen özgüvenimize rağmen, ekonomik alandaki başarımızın sürmesinin hala büyük ölçüde AB'deki gelişmelere bağlı olması da bu ilişkinin ne kadar hayati olduğunu hepimize yeniden doğrulamış olmalı. Öyle ki AB'ne ihracatımız azalırsa ve/veya AB'nden finansman akışı daralırsa, geleceğimiz için vazgeçilmez saydığımız büyüme hedeflerini büyük ölçüde unutmamız gerekecek.

Unutulmaması gereken bir başka nokta var: Dünya'da önemi giderek artan diğer zenginlik (ve yatırım) kaynaklarının, sözgelişi Ortadoğu ve Uzakdoğu sermayesinin Türkiye hakkındaki değerlendirmeleri de büyük ölçüde uluslararası kuruluşların ve başta Londra olmak üzere (neyse ki Paris değil) batılı uzman yatırım kurumlarının sağladığı bilgilere dayanıyor. Kriz ile uğradığı sarsıntıya rağmen AB'nin de büyük bir parçasını teşkil ettiği batı sisteminin, ne teknoloji ne de kurumsal altyapı bakımından yakın gelecekte bir alternatifi olması pek mümkün değil.

Sözün kısası, komşularımız ve yeni pazarlar ile ilişkilerimizin gelişmesi çok olumlu ve sevindirici olmakla birlikte Türk şirketlerinin ve ekonomisinin rekabet gücü ve katma değer kalitesi yönünden çıtasını yükseltmesi, teknoloji ve insan kaynağı donanımı bağlamında gelişmesi, gelişmiş batı ve Avrupa pazarları ile ilişkisi çerçevesinde test edebileceği ve kilitlenebileceği hedefler. Yeni pazarlardaki başarısı da, ancak böylece yükselecek kapasitesi ile güvence altında olacak.

Sorunlarımız AB kaynaklı değil

Nitekim en kısa vadeye yani 2012 yılına baktığımızda, tümüyle AB ekonomisindeki gelişmelere endeksli farklı senaryolar ve projeksiyonlar söz konusu. AB'nde ekonomik daralma ve likidite krizi devam ederse büyümenin çok düşmesi, hatta küçülme ihtimali de senaryolar arasında yer alıyor. Böyle bir ihtimale karşı başlıca dayanağımız, kamu borcunun milli gelire oranla yüzde 40 gibi Avrupa'da en düşük düzeyde bulunuşu nedeniyle politikalarda gevşeme marjına sahip olmamız. Cari açık sorununa gelince, kur düzeltmesi gibi geçici etkili enflasyonist araçlardan ve hiç istemez göründüğümüz yavaşlamadan medet umuyoruz. Bunun gelir dağılımına ve uzun vadede ekonominin rekabet gücüne olumsuz etkisine karşı ne yapacağımız belli değil.

Rekabet gücünün asıl kaynakları olan verimlilik, teknoloji ve yaratıcılık konularında ise bardağın büyük kısmı henüz boş. Tüketimde gerçekleştirdiğimiz ve herkesin övmekten yorulduğu patlamayı katma değer üretiminde, marka anlayışında, tasarımda ve argede henüz yapabilmiş değiliz. Bilgi çağının temel zenginlik kaynağı olan insan kalitesine yeterince yatırım yapmıyoruz, bu nedenle en büyük avantajımız olan genç nüfus faktörünü de yeterince kullanamıyoruz. Sadece cari açığın değil, bütçenin finansmanında da sürdürülebilirlik açısından kalite sorunu var; sıcak para kadar kayıtdışılık ve dolaylı vergilerde dayanılan sınır kaygı verici.

Avrupa kaynaklı sorunlara bağımlı olmamak için Avrupa kaynaklı olmayan sorunlarımızı çözmemiz şart.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019