Avrupa Parlamentosu seçimleri
Avrupa Birliği (AB) parlamento seçimleri tamamlandı. AB karşıtı düşünceleri savunan partilerin seçimlerden güçlenerek çıkmaları şaşkınlık yarattı, sonra alışıldı, “Parlamentoda aşırılar azınlıkta, korkulacak bir şey yok,” söylemleri yaygınlaştı. Sonuçlar üzerinde iyice düşünülmesi, aşırıların zaferinin nereden kaynaklandığının belirlenmesi, uzun vadeli etkilerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Belki aşırılar parlamentoya egemen değiller ama belli ki ciddi rahatsızlıklar var, bunların üzerinde durulmazsa gelecekte AB’nde daha büyük rahatsızlıklara yol açabilirler.
Önce olayı teşhisten başlayalım. Aşırı hareketlerin güçlenmesinin genel sebepleri olduğu gibi, her ülkenin kendine özgü nedenleri bulunuyor. Özgün nedenlerden başlayacak olursak, örneğin İngiltere Kıta’daki gelişmelere her zaman biraz kuşku ve isteksizlikle yaklaşmıştır. Birçok geleneği Kıta’dan farklı Britanya ahalisinin daha yoğun bir bütünleşmeye gitmeyi tasarlayan Avrupa’yı sorgulaması yeni değildir. Ancak ülkede yaşanan iktisadi sıkıntılar, aşırı sağ olarak nitelenen Bağımsızlık Partisi’ne desteği arttırmıştır. Keza, Macaristan hükümeti de güçlü bir milliyetçi popülist bir dalganın ürünüdür, sadece son iktisadi gelişmelere bir tepki değildir, bu özelliği ile de diğer ülkelere göre farklılık sergilemektedir.
Tabii bir de genel nedenler var. AB’nin, özellikle Euro bölgesi üyelerinden bazılarının içine yuvarlandığı ekonomik kriz, bir türlü giderilemeyen yoğun işsizlik, çözüm olarak daha çok kemer sıkma politikalarının tavsiye edilmesi, krizi yaşayan ülke hükümetlerinin başarısız politikalar izlediklerinin ileri sürülmesi, halkların ise müsrifl ikle suçlanarak adeta küçümsenmesi, aşırı siyasi tercihleri destekleyen bir tepkiye dönüşmüştür. Yunanistan’daki sonuçların sanıyorum bu çerçevede açıklanması mümkün.
AB Parlamentosu seçimlerinin sonuçları “Nasıl bir Avrupa?” sorusuna ya şimdilik fakat muhtemelen kesinlikle, “Uluslar Avrupası” cevabının verildiğini gösteriyor. Bunun anlamı derinleşen ve zaman içinde üyelerin hükümranlıklarını devrettikleri bir AB’nin şimdilik arzulanmadığı, her biri egemenliğini koruyan ülkeler arasında işbirliğinin gelişmeye devam ettiği bir Avrupa’nın tercih edildiğidir. Kimse kendinden uzak bulduğu ve etkilemekte zorluk çektiği Brüksel’e yeni yetkiler aktarmakta itseli ve aceleci değildir.
AB için en ciddi sorun Fransa’daki sonuçlardır. AB, bir daha Fransa ve Almanya savaşmasın, ikisi birlikte Avrupa’yı yönetsin diye kurulmuştu. Fransa, bu işbirliğinin zayıf sütunudur. Değişmesi, alışkanlıklarından vazgeçmesi, reformlar yapması gerekiyor. Bunların hiçbirine hazır değil. Özgüveni zayıf. Dolayısıyla ulusçu, zenofobik tepkilere yöneliyor. Seçim sonuçları bunun işareti. AB bu sıkıntıyı aşabilir mi? Bilinmez ama aşamazsa, geleceği hakkındaki soru işaretleri artacaktır.