Avrupa Birliği'ne dönüş
Son iki haftadır Türkiye'den Avrupa Birliği'ne (AB) yine çiçekler atılmaya başlandı. Çarşamba günü yapılan MGK toplantısı sonuç bildirgesinde de AB ile ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik karar çıktı.
Bu karara AB nasıl yanıt verir bilemiyorum. Çünkü daha iki ay öncesine kadar Türkiye, Almanya'yı Nazi olmak ile suçlamıştı. Fransızlar ve Hollandalılar için ise, söylenmedik söz bırakmamıştık. Şimdi bu söylediklerini Türkiye unutacak da, AB ve bu ülkeler unutacak mı? Almanya'da Hitler'in Kavgam kitabının bile yasak olduğunu bilmeden, Nazi diyerek ülkenin kurumsal yapılanmasına sövmüş olmadık mı? Nitekim geçen hafta Almanya'nın Sesi web sitesinde (DW) bununla ilgili olarak "Almanya bu söylenenleri unutmayacak mı" konulu bir yazı çıktı.
Türkiye'de 2002 yılından bu yana dışişleri bakanlığına sadece bir defa, o da AKP'sinin ilk iktidar yılında bakanlık kökenli birisi Yaşar Yakış bakanlık yaptı. Yakış'da zaten kısa sürede (dört ay bakanlık yaptı) gözden düştü. Yerini profesyonel siyasetçilere bıraktı. Dış politikada iniş çıkışlarda böyle başladı.
On beş yıllık dönem sonunda Türkiye tüm uluslararası tezlerinden vazgeçti/geçirildi. Türkiye, Ortadoğu'da sözü geçen ülke iken Suriye'deki küçük türbe toprağından bile vazgeçti. İnönü'ye Lozan'da Girit'i, Rodos'u verdi dendi, Ege denizinde kıyımız ile nerede ise bitişik kayalıklardan bile çekildik. Artık Doğu sınırımızda ABD ve Rusya ile adeta sınırdaş olduk, komşu diyemiyorum, çünkü komşuluk kavramı aynı zamanda dostluğu da içerir.
Akılcı değil duygusal dış politika
Buralara nasıl gelindi sorusu elbette yanıtlanmalı. Bize göre yanıt kısa. Başlıklarını verelim:
Akılcı değil, duygusal dış politika,
Bilgiye değil, inanca dayalı dış politika,
Birikime, geleneklere değil, bireysel isteklere dayalı dış politika.
Çok başlı dış politika.
Tüm bu hataların yarattığı sonuçları Türkiye iktisadi ve siyasi boyutta çekti/çekmeye devam ediyor. Rusya, İsrail ambargoları ekonomik sonuç iken, Suriye hem ekonomik hem de siyasi sonuçtur.
Türkiye, AB ile ilişkilerde 2005 yılında önemli bir ivme kazandı, tam üyelik görüşmelerine başladı, 2007 yılından sonra bu ivme karşılıklı restleşmelerle yitip gitti.
Şimdi eğer yeni bir dönem açmak istiyorsak, AB'nin taleplerine Türkiye yanıt vermeli. Üstelik bu talepler maliyetli, ekonomik taleplerde değil, demokrasinin yerleşmesine yönelik talepler. Eğer bunlara hızla yanıt verilirse, komşumuz ile tekrar güler yüzle merhabalaşırız. AB'ye komşu diyorum. Çünkü,
- İhracatımızın yüzde 50'ye yakın kısmını (Nisan 2017 itibari ile yüzde 45), ithalatımızın yüzde 36,7'sini AB ile yapıyoruz.
- Doğrudan yabancı yatırımların yüzde 70'i AB ülkeleri tarafından Türkiye getirilmiş durumda.
-Yabancıların ellerinde bulundurdukları DİBS'lerin yüzde 69,7'si AB ülkelerine ait.
- AB ülkelerinden yaklaşık 5 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor.
Bu listeyi elbette uzatmak mümkün. Ancak sonuç olarak, Türkiye AB'ye yönelik hızlı adımlar atmalı.
Şehitlere saygı duymaktan fazlasını yapmalıyız.
Bir günde 16 şehit verdik. Onlar, Cumhuriyet'in askerleri idi. Önlerinde saygı ile eğiliyorum. Benim elimden ancak bu kadarı geliyor.