Ateşimiz çok yüksek, gündemimiz çok yoğun.
Memleketin gündeminin soğandan swap faizlerine kayması sadece 3 gün sürüyor. Eve alacağımız domatesi dokunarak seçmek isterken, hayatımızda ilk kez duyduğumuz Türkiye CDS’ini nasıl alacağımızı tartışıyoruz.
Soğan fiyatından terörist, berberlerden swap trader’ı çıkarabiliyoruz. Altunhisar’daki patates üreticisinden JP Morgan’a kadar herkesle eşanlı kavga üretebiliyoruz. Yerel seçimi, S-400’ü falan derken, karışıklıktan pırıl pırıl olan kafamızı güle güle kullanalım. Ama bir noktada kavramları da yerli yerine oturtabilmemiz şart gibi görünüyor. Madem seçimsiz 4 yıldan uzun bir süremiz var, bunu doğru kullanıp gerekli reformları yapalım.İnsanlarımız haklı olarak yapısal reform lafı duymak istemiyor. Hazır 8 Nisan’da açıklanmasını beklediğimiz bir reform paketimiz varken, biraz ete kemiğe büründürerek olabilecek ya da olması gerektiği düşünülenleri paylaşmak istedim. Hazır 8 Nisan’da beklediğimiz bir reform paketi varken, kendi adıma önemsediğim birkaç başlığı paylaşmak isterim:
* Bağımsız kurumlar: Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, planlanandan erken oldu. Kasım 2019’da öngörülen seçimleri 1.5 yıl erkene alınca, kurumların görev ve yetkileri tam olarak yerine oturmadı. Bu nedenle Türkiye’de iş yapmak güçleşti. Bürokratların önemli bir bölümü imza atmak istemiyor, sorumluluk almak istemiyor. Bürokratlar, karar verilmesi gereken, inisiyatif kullanılması gereken hiçbir alanda risk almıyor, kararı cumhurbaşkanlığına bırakmayı tercih ediyor. Bunu son 1 yıl içinde Türkiye’nin en büyük şirketlerinin patronlarından, yöneticilerinden defaatle dinledim. Bence en büyük yapısal reformlardan biri, bu işlerliği sağlayabilmek olacak.
* Eğitim: Ben bir eğitimci değilim. Ama iki çocuğunu okutmaya çalışan bir baba olarak, müfredatın, sınav sisteminin, çocuklara öğretilmeye çalışılan derslerin içeriklerinin geliştirmeye ne kadar ihtiyacı olduğunu görebilirim. Kabullenme yerine sorgulama, test soruları yerine merak, özel ders yerine yaratıcılığı geliştirme, ezber yerine merak etme. Dünya ile aramızdaki makasın kapanamayacak kadar açılmasına izin vermemek için köprüden önceki son çıkış...
* Hukuk: Türkiye’de hukuk açısından en büyük reform, yargının bağımsızlığına olan inancın yeniden sağlanması olacak. Siyasetin yargıdaki etkisinin azaltılması, bugün hemen hemen tüm yabancı raporlarına yansıyan, kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarında yer alan bir kalem. İnsanları hukukun herkes için eşit işlediğine, yerli-yabancı kim olursa olsun, yasa karşısında hakkının korunduğuna ikna edebilmemiz gerek. Siyaseten hangi görüşte olunduğunun hiçbir önemi yok. Yargıya olan güvenin politik tartışmalar nedeniyle ne kadar aşındığını söyleyen ben değilim. Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit “Geçmişte yargıya güven %70 idi, şimdi %30’a düştü” diyorsa, sanırım buraya bakılmasında fayda vardır.
* Tarım: Artık sonuçları değil, sebepleri tartışacağımız ve ortadan kaldıracağımız bir reforma ihtiyaç var. 10 yıldır sürekli manşetin üzerinde bir gıda enflasyonu görüyorsak, bunu dönemsel önlemlere bağlayamayız. Düşünülenin aksine, tarıma çok para harcıyoruz. 2018 yılında tarıma 14.5 milyar TL destek verildi. 2003-2017 döneminde çiftçilere sağlanan nakit destek 103 milyar TL oldu. Aynı dönemde alan bazlı destekler kapsamında 8.2 milyar TL mazot, 2005-2017 arasında ise 6.7 milyar TL gübre desteği ödemesi yapıldı. Bu rakamlar yüksek destek verdiğimizi, ancak bu desteklerin yerini bulmadığını gösteriyor. Bu zinciri artık kırabilecek önlemleri; ama daha da çok eylemleri ve takibini görmemiz gerekiyor.
* Bütçe reformu: 5 yıl boyunca yaşanan seçimler, özellikle 2015 seçimlerinden bu yana uygulanan popülizm, en sağlam çıpamız olan bütçeye bakışı aşındırdı. En büyük yapısal reformlardan birinin burada yapılması gerektiğini, “mali kural” gibi bir uygulama ile bu konuda kalıcı bir mesaj verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik uygulanacak bu mali kurala uyum halinde ödül mekanizmasının az, uyulmaması halinde yaptırımının yüksek olacağı bir modele ihtiyaç olacaktır. Başka türlü harcama disiplini konusunda ikna edici olmamız kolay olmayacaktır, zira 2 gün içinde dediklerimizin tam tersini yaparak harcadığımız büyük bir kredibilite boşluğumuz var.
* Sosyal güvenlik sistemi: Türkiye’nin mevcut nüfus yapısı itibarıyla emeklilik sistemini gelecek onyıllara taşıma şansı maalesef yok. Her yıl işgücüne katılan gençlerin sayısı ve sosyal güvenlik sistemine binen yük artıyor. Emeklilik sistemini gelecek 20-30 yılda koruyabilecek bir yapıya ihtiyaç var. Bu nedenle hem optimum istihdamı sağlayacak hem de minimum harcamaya dönülecek bir yapıyı şimdiden kurma zorunluluğu var. Örneğin, 2070 yılında bu ülkede emekli sayısı ne olacak, alacakları hizmetler neler olacak, gelirleri nasıl olacak; bunları şimdiden planlamamız lazım. 2070 çok mu uzak geldi? Gelmesin. Muhtemelen çocuklarınızın emekli olacakları yıllar o yıllar olacak.
* Tasarruf politikası: Türkiye kaynak açığı olan bir ülke. Kendi tasarrufu yetmediği için dış tasarrufa ihtiyaç duyuyor. Bu da bizi kırılgan kılıyor. Yurtdışından fon akışı varsa iyi, yoksa kötüyüz. Her ne kadar eleştirsek de, yapısal reform adına attığımız son adım da tasarruf alanından geldi. (Bireysel emekliliğe devlet desteği ve otomatik katılım.) Bunların daha da artırılması, uzun vadeli tasarruf imkanlarının geliştirilmesi gerek. Bunun için elbette önce gelir artışı gerek. Onun için ise mevcut ürettiklerimizi değil, daha yüksek gelir getirecek ürünleri üretmemiz gerek.
* Üretimin desteklenmesi: Türkiye’de kg başına ihracat tutarımız 1.3 dolarlarda ve gerilemeye devam ediyor. Almanya’da bu rakamın 4.5 dolar olduğu dikkate alınırsa, ne kadar yol almamız gerektiği daha da iyi anlaşılabilir. Yüksek teknolojili ürünlerin geliştirilmesi, markalı ürünlere yapılacak destekler, üretimin teşvik edilmesi bu anlamda en önemli faktör. Son 10 yılda elde ettiğimiz dış kaynağın çok önemli bölümünü Türkiye’nin altyapısını inşa etmek üzere kullandık. Enerji altyapısı, hastaneler, otoyollar, köprüler ve diğer projeler. Hatırı sayılır miktarda da “beton” bina yaptık. Şimdi bu fazı geçtiysek bulabileceğimiz kaynakları doğru alanlarda; katma değerli üretim yapabilecek sanayi tesislerinde, ar-ge çalışmalarında kullanmak için uygun zamandır. Zira başka türlü dış ticaret açığımızı kapatacak bir yapıya kavuşamayacağız.
* Vergi reformu: Dolaylı vergilerin azaltılarak doğrudan vergilerin artırıldığı, verginin gelire göre alındığı ve kuralların sürekli değişmediği bir vergi sistemine ihtiyacımız var. Bu partilerle kaim bir görüş değil elbet; bugün hangi parti hükümette olsa, bunu değiştirmek için onlarca yıla ihtiyacı olacak. Ama başlamadıkça olmuyor. Vergisini ödemeyenin cezalandırıldığı, insanların vergi kaçırmayı bırakın, vergiden kaçınırken bile 40 kez düşünecekleri bir vergi sistemi kurmamız gerekiyor.
Bunlara eklenebilecek çok başlık var. Saydıklarımın hiçbiri orjinal, ilk kez duyduğunuz şeyler değil. Sorun bilmemekte değil. Yapmamakta. Eğer seçimsiz bu 4 senede bu reformları yapamıyorsak, yaptığımızda çok geç kalmış olabiliriz.