Atatürk'ü anlamak mı istiyorsunuz, işe biyografisini okumakla başlayın!
Bugün 10 Kasım. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 79’uncu yılı. Atatürk Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılına da şunun şurasında altı yıl kalmış.
Ama çok badireler atlattık, çok... Hala da atlatıyoruz. Ve bize bugünleri armağan edenleri, verilen o büyük mücadeleleri fazla önemsemez bir tutum takınıyoruz.
Bu Cumhuriyet nasıl kuruldu, kaç şehit verdik; Ulu Önder Cumhuriyeti kuramasaydı şimdi halimiz ne olurdu, nasıl bir ülkeye dönüşürdü bu topraklar... Ara ara da olsa bunları düşünmemiz gerekiyor. Düşünür gibi yapıyoruz kimi zaman, ama o da buram buram “çaresizlik siyaseti” kokuyor.
Bazen “gerçek düşünceler” de kendini gösteriveriyor. Birisi çıkıp “Doksan yıllık reklam arası sona erdi” deme cüret ve cehaletiyle konuşabiliyor. Onuncu yıl marşında geçen “On yılda demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizesindeki mecazi anlam, bire bir gerçekmiş gibi yorumlanabiliyor.
★★★
Çocuklarımıza okula gittikleri ilk günlerden başlayarak Atatürk’ü anlatırız. Atatürk’ün önemini çocukken öğrenip büyüdükçe unutanlar çıkıyor. Onlara bir önerimiz var, Ulu Önder’in biyografisini okuyun.
Atatürk’ün biyografisini uzun uzadıya yazacak değiliz, yerimiz yetmez zaten. Çok ama çok kısa bir özet verelim:
Mustafa Kemal, 1905’te yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi’ni tamamlamıştır. Yaşı 24’tür.
Yıl 1915, Çanakkale’de bir destan yazılmaktadır. Mustafa Kemal 34 yaşında ve albaydır artık. Çanakkale’de nasıl bir mücadele verildiğini iyi kavramak için o topraklarda 250 bin vatan evladının şehit düştüğünü hatırlayalım yeter.
1920; TBMM kurulmuştur. O yıl 10 Ağustos’ta Sevr anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşan devletlere karşı düzenli bir ordu oluşturulmuş ve Mustafa Kemal öncülüğünde onlarca savaşla ülke bir anlamda geri alınmıştır.
Hani bazı kesimlerin zaman zaman hala burun kıvırdıkları Lozan anlaşması var ya, 24 Temmuz 1923’te imzalanan, işte bu anlaşmayla Kurtuluş savaşı bir anlamda sona erdirilmiştir. Tabii ki Lozan’a zemin hazırlayan Mudanya mütarekesinin önemi de göz ardı edilemez.
1905’te yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi’ni tamamlayan Mustafa Kemal, yok olup gitmekte olan bir ülkeyi yeniden diriltmiştir. Yaş 42’dir artık.... 24 yaşında yüzbaşı, 42 yaşında ülkeyi kurtarmış bir kahraman. Topu topu 18 yıla sığan müthiş bir mücadele ve başarı.
Kim ne dedi?
Mustafa Kemal’le ilgili olarak yaşarken de, vefatından sonra da uluslararası alanda siyasetçiler, tarihçiler, gazeteciler onlarca açıklama yaptılar, onlarca görüş dile getirdiler. Dikkat çekici bulduğumuz birkaçını aktaralım istedik:
İngiliz yazar Alan Moorehead, “O genç ve dahi Türk şefinin o esnada Çanakkale’de bulunması, müttefikler bakımından talihin en acı darbelerinden biridir” diyerek Çanakkale’de yaşananları adeta özetliyor.
★★★
Bu kez İngiltere Başbakanı David Lloyd George benzer bir değerlendirme yapıyor: “ Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dahisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.”
★★★
En büyük düşmanımız gibi gördüğümüz Yunanistan bile Atatürk’ü saygıyla anıyor. Yunanistan Başbakanı Alefterios Venizelos’un değerlendirmesi şöyle: “Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir. Bu olağanüstü işleri yapan Mustafa Kemal, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmıştır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir.”
★★★
Ünlü yazarımız Turgut Özakman’ın şu değerlendirmesi de çok önemli: “Dünyada ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan var. Milletini daha ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder de var. Ama yokluk, yoksulluk içinde ikisini birden başarmış bir kişi var: Atatürk.”
★★★
Alman gazetesi Volkischer Beobachter Atatürk’ün ölümünden sonra bakın ne yazmış:
“Atatürk Türkiye’yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır.” Mustafa Kemal boş yere “Yurtta sulh, cihanda sulh” demedi ki...
★★★
İngiliz Daily Telegraph gazetesi de Atatürk’ün Türk kadınına verdiği değeri ölümünden sonra şu değerlendirmeyle aktarıyor:
“Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızlı ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır.”
Atatürk ekonomide tarıma mı ağrılık verdi?
Mustafa Kemal, “Ulusal ekonominin temeli tarımdır” görüşünü dile getirdiği ve “Gerçek işgaller kılıçla değil, sabanla yapılır” dediği için ekonomi politikasında ağırlığı tarıma vermekle eleştirilir.
Bir kere Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomide tüm ağırlığın tarıma verildiği gerçekten doğru mu? Değil ama varsayalım doğru. Böyle olsa bile “Bir ülkenin kalkınmasını tümüyle tarıma dayandırmak hatalı bir politikadır” görüşüyle yola çıkanlar eleştirilerinde haklılar mı?
Hele bir durun! Bu yaklaşımı bugünün koşullarıyla eleştirmek başkadır, o günün Türkiyesi için eleştirmek başka...
Ne yani 1925’lerde, 1930’larda ağırlığı tümüyle sanayiye verecek durumu mu vardı Türkiye’nin. Savaştan çıkmış koskoca bir ülke, yer yer açlık kol geziyor, üstte başta yok, kılık kıyafet gerek; tabii ki tarıma, tekstile de ağırlık verilecekti.
Kaldı ki sanayinin ihmal edildiğini de kimse söyleyemez. Atılan adımların bir kısmı günümüz piyasa ekonomisi koşullarına aykırı gibi görünse de o günün koşulları öyle gerektiriyordu.
Para yoktu, sermaye birikimi diye bir kavram hiç yoktu ve bankacılığı yaygınlaştırmak için ta 1924’te İş Bankası kuruldu. 1925’te şeker sanayi kurulmaya başlandı, 1926’da şeker ithali devlet tekeline verildi, Sanayi ve Maden Bankası kuruldu, yabancı sermayenin elindeki tütün ve sigara tekeli devlete geçti, yine aynı şekilde her çeşit alkollü içkilerin yapılması ve ithali 1926’da devlet tekeline alındı. 1932’de Devlet Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası kuruldu. 1933’te sanayi ve bankacılıkla uğraşmak üzere Sümerbank’ın kurulması kararlaştırıldı.
Sümerbank öncülüğünde Malatya ve Kayseri Dokuma Fabrikaları ile Bursa Merinos Fabrikası, İzmit Kağıt ve Paşabahçe Cam Fabrikası kuruldu. Yapımına 1937’de başlanan Karabük Demir Çelik 1939’da tamamlandı.
Ve bütün bunlar yapılırken Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535’te Fransa’ya karşı başlatılan ve zamanla kapsamı çok genişleyen kapitülasyonlar 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile kaldırılarak Türkiye ekonomisi üstündeki ipoteğe son verildi. Belirtmiş olalım, genç Cumhuriyet, Osmanlı borçlarını da tasfiye etti.