Aşil

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Haftaya "pasif devrimi" yazacağım çünkü anlaşılan Antonia Gramsci'nin bu kavramı elastikleşmeye başladı. Gramsci Ezop diliyle yazdığı için "zaten öyledir" diyecekler çıkabilir; evet ama bazı kavramlar zamanla bağlamlarından çok uzak uzaylarda yolculuğa çıkıyorlar ve bu farklı bir nokta. Elbette Cihan Tuğal'ın Türkçeye çevrilen kitabından da  bahsedeceğim çünkü bize zengin bir malzeme/alan sunuyor. Hoş ve dikenli bir alan. Fakat önce iktisatçıların tuhaf durumuna ilişkin bir dokundurma sunuyorum. 

Profesör Philip Mirowski çok özel, sui generis, bir entelektüel sayılmalıdır. Ekonomi kuramının oluşumu ve evrimi üzerine yaptığı sayısız çalışmadan birinde "iktisatçıların bir daktiloya bağlanmış maymunlar gibi" hep aynı şeyleri aynı sıkıcı üslupla yazdığını söylemişti. Formel iktisat eğitiminden geçmiş birisi olarak bu tespite katılmamam mümkün değil. Ama istesek dahi her zaman şöyle şeyler de yazamayız:

"Tanrılar bizi kıskanıyor,

Kıskanıyorlar çünkü ölümlüyüz

Çünkü her an son anımız olabilir

Ölümlü olduğumuz için

 Her şey daha güzel."

Achilles; Briseis'le konuşurken

Achilles (Aşil) Homerik bir kahraman olduğu kadar -İliada- post-Homerik bir karakter de sayılır. Ve Aşil'in Homerik ve post-Homerik hikayeleri farklılık gösterir. Elbette, birkaç yıl önce vizyonda olan Troy filminde anlatılan öykünün ne kendisi, ne de ruhu Homeros'un İliada'sıyla benzeşiyor. Aslında, filmde Aşil'in hem topuğundan, hem de göğsünden oklanarak ölmesi senaryoda Homerik ve post-Homerik anlatıların bir karışımının benimsendiğini düşündürebilir. Fakat olay bununla bitmiyor. Filmde görülen karakterlerin maceraları ve sonları Homeros'un anlattıklarına yakından uzaktan benzemiyor. Bütünüyle tanrılar ve insanlar arasındaki ilişkilere dayalı olan İliada'nın bu derece banal bir post-postmodern -dolayısıyla vülger- modernite tezine yaslanarak sinema filmi haline getirilmesi olsa olsa tatsız ve hatta gülünç görülmelidir. Ne épopée, ne de tragedya filmin yanından bile geçmiyor. Filmde Apollon'un -Apollon tapınağı önündeki- heykelinin başını bir kılıç darbesiyle uçuran -ve kendisi de Zeus soyundan geldiği için olacak, yakından tanıdığı tanrılara hiç inanmayan- Aşil, İliada'da Homeros tarafından da okçu Apollon'un (güneş tanrısı) gazabına uğratılır. Böylece Apollon'un iradesiyle, ama Troy prensi Paris'in okuyla ölmesinin sağlandığı hikaye edilir. Fakat post-Homerik gelenekte Aşil'in çoğu heykelinin Apollon suretine çok yakın resmedildiği ve bronz heykellerinin Apollon'u andırdığı da doğrudur. Kimbilir, belki de şunu söylemek lazım: Yunan mitolojisinde tanrılar yarı-tanrıları kıskanabilir. 

Fazla uzatmadan ifade edersek, ve fiziki benzerlik açısından değerlendirirsek, filmde aslında bir tek, estetik nitelikte, doğru var: Zeus'un torunu, dolayısıyla yarı-tanrı ama sıradan bir yarı-tanrıdan da fazla olan, efsanevi savaşçı Aşil gerçekten de Antik Yunan tarafından genellikle genç ve yakışıklı olarak resmedildi. Fiziki benzerlik açısından burada Brad Pitt doğru karar gibi görülüyor. Fakat hiçbir yönüyle epik tarza meyletmeyen ve asla Homeros'la ilişkilendirilemeyecek kurgusal, yeni, "modern" -hatta modernist- bir öykünün anlatıldığı bir filmde Aşil'in bronz heykellerine ve gravürlerine en çok benzeyen oyunculardan birisi olan Pitt tarafından canlandırılmasının tercih edilmesi gerçekçilik kaygısıyla açıklanamaz. Öyle olsa bile, hiçbir yanı Homerik olmayan bir hikayede "gerçeğe uygun" (yani, orijinal destana uygun) belki de sadece tek bir öğenin bulunması yeterli olabilir mi? Normal olarak böylesine müthiş bir savaşçıyı canlandırması ikna edici bulunmayabilecek olan Pitt Antik Yunan estetiğinde tam da Aşil olabilecek, aslında zaten o olan bir figüre denk düşüyor. Fakat bu yetiyor mu? Hayır ve genellikle haklı olan Adorno bu sefer de haklı gibi görünüyor: "Yanlış hayatta doğru hayat yoktur". Tek doğru bütünü doğru kılmaya yetmez.

Troy (Troia) kralı Priamos'un oğlu Hector ve Tesalya kralı Achilles akılcı, modern ve tanrılara şüpheyle bakan, enstrümental aklın sembolleri olarak gösterilirken, diğerleri, bazen anti-kahramanlar olarak, hurafelere inanan ve bu yüzden sonlarını çabuklaştıran bağnazlar olarak resmedilme eğiliminde. 11 Eylül sonrasının tonlarıyla bezeli bu kaba ve gecikmiş Fransız usulü laisizm jakobenliğinin tragedyanın yokluğunu ve epik olanın silinişini taçlandırmak için kullanılması, olsa olsa emperyal büyüklüğünü çoktan kaybettiğini yeni anlayan bir Avrupa toplumunun bilincinin bulanıklığını, krizini bir varoluş, bir kimlik krizine dönüştürerek aşma çabasının Amerikan karşılığı, Amerikan versiyonu olarak görülebilir. Maalesef Amerika'nın Fransız usulü anlatmaya çalıştığı hikayeleri -ilk defa anlatıldıkları zaman dahi- daima hep fars olagelmiştir.   

Tek doğru yetmeyecekse, 2011 yılını  kat ederken kaç doğrumuz var? Üç yıl önce, kaç doğrumuz vardı? Ayrıca, ölümlü olduğumuza ve her anımız son anımız olabileceğine göre risklere karşı hangi ölçüde duyarlı olmalıyız?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019