Asıl yatırım demokrasiye
31 Mart'ta düzenlenen yerel seçimlerin üzerinden 1 hafta geçti. İktidarın elindeki bir çok büyükşehir el değiştirdi veya değişmek üzere. Başta İstanbul olmak üzere kaybedilen şehirlerin bir çoğunda yapılan itirazlar, geçersiz oyların tekrar sayımı, hatta seçimlerin tekrar edilmesine yönelik gelişmeler sadece Türkiye'nin değil dünyanın gündeminde. Bu süreçten en fazla etkilenen ise demokrasi... Dolayısıyla Türkiye'nin itibarı. 17 yıllık ekonomi gazeteciliği hayatımda en fazla ilgimi çeken konu, yatırımlar oldu. Dönemsel olarak zikzaklar çizen grafiklerde gördüğüm, sadece küresel ve bölgesel krizlerde değil, demokrasinin sorun yaşadığı dönemlerde yabancı yatırımcı planlarını durduruyor veya vazgeçiyor, yerli ise riski dağıtmak için yurtdışına yatırım yapmayı tercih ediyor. 2016'da yaşanan 15 Temmuz sürecinde demokrasiye vurulmak istenen darbe gibi...
Biraz bu konuyu rakamlarla anlatalım. Türkiye, geçen yıl 13 milyar dolarlık yabancı yatırıma ev sahipliği yaptı. Bu işlemlerin neredeyse tamamını Türk şirketi alımı veya var olan yatırımı genişletme oluşturdu. Yani "Greenfield" adını verdiğimiz sıfırdan yatırım oldukça azdı. Yaklaşık 83 milyonluk nüfusa sahip Türkiye, 2018'de 13 milyar dolarlık yatırım alırken, bölgedeki rakibi 38 milyonluk Polonya'da bu rakam 10 milyar dolar civarında. 10 milyon nüfusu olan Çekya'ya gelen yatırım ise 9 milyar dolar. Demek oluyor ki Türkiye'nin potansiyeli, teşvikleri ve genç nüfusu yatırım için yeterli olmuyor.
Yabancı yatırım üç yılda 5 milyar dolar düştü
Gelelim demokrasi ve yatırım ikilemine... 2015'te Türkiye'ye gelen yatırım 18 milyar dolardı. Geçen yılın 5 milyar dolar üzerinde bir rakam. Bir artış beklenirken 2016'da yaşanılan 15 Temmuz ile birlikte bu rakam 13 milyar dolara geriledi. Hemen ertesi yıl; 2017'de 10.8 milyar dolara kadar düşüş gösterdi.
Bir de üzerine uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının "yatırım yapılabilir" seviyenin altına düşürdüğü not eklendi.
Geçen hafta Cuma günü, bir yatırım danışmanlığı şirketinin yöneticisi, bir yabancı yatırımcı adayıyla tanıştırdı. Masadaki konu ne yazık ki tamamen politikaydı. Yabancı yönetici, "Temsil ettiğim şirket potansiyele önem verseydi İran ve Rusya'ya yatırım yapardık" diye girdi cümleye. Sonrasında ise, "Türkiye'de bir şirket ile görüşüyorduk. Ancak şu an beklemeye aldık" diye bitirdi.
Gelelim yatırım danışmanlığı veren şirketin Türk yöneticisine. Söylediği sözler etkileyiciydi: "Bu konuda en duyarlı olanlar başta emeklilik olmak üzere kamu fonları. Bu fonlar borsayı besliyor. Örneğin dünyanın en büyüğü olan Norveç Varlık Fonu'nun Türkiye'de 2017'de 1.3 milyar doları vardı. 2018'de rakam 707 milyon dolara düşmüş durumda. Bu fonlar sosyal konulara, potansiyelden daha fazla önem veriyorlar."
Bir anlamda ABD'li ünlü toplum bilimci Seymour Martin Lipset'in "Ekonomik kalkınma demokrasi getirir mi?" sorusu akla geliyor. Lipset'e göre ülkelerin yatırım alabilir hale gelmesinin temel nedeni demokrasiye olan bağlılığı. Yani Lipset'e göre demokrasi yoksa yatırım da yok...
Volkswagen yatırımı Sırbistan'a kaçar mı?
Şimdilerde dünyanın en büyük otomotiv şirketlerinden Volkswagen'in 5 bin kişilik istihdam yaratacak olan, Türkiye ile birlikte Sırbistan'ın yarıştığı yatırım gündemde. Türkiye, potansiyeli yüksek ancak Sırbistan, hukuki işleyiş, sunulan teşvik ve alım gücündeki artış ile daha şanslı görünüyor ne yazık ki. Bir de seçim sonuçlarının yaratacağı şüphe ve demokrasiye olan inançsızlık eklenirse 83 milyon nüfusa sahip Türkiye, VW'nin milyar dolarlık yatırımını 7 milyonluk Sırbistan'a kaybedebilir.
Türkiye, otomotivde son yıllarda önemli yatırım fırsatlarını kaçırdı. Güney Koreli Kia'nın Slovakya'daki 1.2 milyar dolarlık fabrikası, Peugeot-Citroen ile Toyota'nın 1 milyar euroluk yatırımı ve Hyundai'nin 1.2 milyar euroluk yatırımı ile Romanya'ya giden Fiesta üretimi Türkiye'nin kaçırdığı fırsatlar oldu. Bunların toplam miktarı da 4.6 milyar euro civarındaydı.
Bir de buna yıllardır beklediğimiz VW eklenmesin.
Tabii ki sorunumuz ekonomi ise...
Latinlerin dilinden düşürmediği Vox populi, vox dei. Yani "Halkın sesi, Hakkın sesi" sözü şu sıralar daha da önem kazanmış durumda...