Asıl sorun kriz ertesinde

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçen hafta artık dikkatin ve politikaların odağının kriz sonrasına hazırlık olması gerektiğine değinmiştik. Bu durum, aslında gelişmiş ülkeler için de doğru, ama ne cari fazla üreten bir yapısal karaktere, ne de doğal kaynak rantlarına sahip olmayan Türkiye için daha fazla doğru. Çünkü bu konuma ve avantaja sahip ülkelerde sorun büyük ölçüde kriz tahribatının telafisi iken, bizim için, kriz etkileri ortadan kalktığında rekabete ne kadar hazır olduğumuz konusunda kriz öncesinden daha iyi pozisyonda olup olmayacağımız daha kritik ve zorlu bir test sorusu niteliğinde.

Gelişmiş Batı, kriz sonrasına odaklanıyor

Artık geri döndürülmesi söz konusu olmayan, ancak karmaşık özelliklerinin anlaşılması daha fazla zaman alacak gibi görünen küreselleşme ortamında bundan böyle kendi gündemimiz ve yol haritamız ile uğraşırken, gelişmiş Batı dünyasındaki gelişmeleri dikkatle izlememiz de şart olmalı. Daha önce söylediğimiz gibi diğer yükselen ülkelerden farklı olarak büyüme dinamiklerimizin Batı pazarlarına ve finansman kaynaklarına fazlasıyla bağımlı oluşu bunu dayatıyor.

Serbest piyasa ve teşebbüs özgürlüğü sisteminin kalesi olan ABD'de, daha dipten dönüş belirtileri yeni yeni ortaya çıkmışken,büyümenin nasıl sağlanacağı konuşulmaya başlandı. Yenilikçilik ve rekabetçilik açısından liderliği genel kabul gören ve ulusalparası rezerv para niteliğinde olan bu ülkede bile şirketlerin etkinliği ve verimliliği ile kurumsal iyileştirmeler gündemin ön sırasında. Yine dünyanın en iyisi olarak bilinen eğitim sisteminin, işgücü ihtiyaçlarına daha fazla cevap verebilecek şekilde nasıl geliştirilebileceği sorgulanıyor. Sağlık ve enerji gibi kilit sektörlerin ekonomik büyümeyi destekleyecek biçimde nasıl dönüştürülebileceği tartışılıyor. Yani küresel krizin en fazla vurduğu merkez ülkesinde bile odaklanma daha uzun vadeli ve stratejik sorunlar üzerinde. Başkan Obama'nın Business Week ile yaptığı röportaj bu bakımdan ilginç ipuçları taşıyor; Obama, vergi politikası açısından düşündükleri değişikliklerin de korumacı ya da popülist olmaktan çok ülkedeki yatırım ortamını çekici kılmaya ve Amerikan şirketlerini daha rekabetçi yapıya kavuşturmaya yönelik karma bir yaklaşımın ürünü olacağını, katı ve merkeziyetçi bir bürokrasi öngörmeyeceklerini vurguluyor.

Tek bir devlet olmamanın kısıtları yüzünden gelecek tasarımında daha fazla zorlanacak olan Avrupa Birliği'nde ise bir yandan ortak yönleri daha fazla olan Euro Bölgesi'nin Lizbon Stratejisi'ndeki rekabetçilik ve verimlilik hedefleri yolundaki gecikmeleri,diğer yandan iç dinamikleri ve yapısal dayanıklılıkları zayıf ve dış yatırıma aşırı bağlı Doğu Avrupa ekonomilerinin hem kaynak ihtiyacının karşılanması, hem de geleceğe yönelik yapısal dönüşüm sürecinin desteklenmesi gibi birbirinden farklı sorunlar var. Bu nedenle Batı'da esnek çalışma mevzuatı ve verimliliğe yönelik yapısal reformlar, doğu Avrupa'da ise mali disipline dönüş ve yeni ekonomik model arayışı öncelik kazanıyor.

Türkiye'de kısa vade tutsaklığı

Kriz ile ilgili geçici sorunları bir yana bırakırsak, Türkiye'nin orta ve uzun vadedeki stratejik ve yapısal sorunları kuşkusuz Batı dünyasından daha fazla. Ancak küreselleşmenin kriz ile pekişen dönüştürücü etkisi, kendinizi iyi konumlandırabilirseniz, ilginç telafi fırsatları sağlayabilir. Bu fırsatların değerlendirilmesi, hatta geçen hafta öne çıkan enerji taşıma anlaşmalarında olduğu gibi küresel rantlardan pay alınması da olumlu ve Türkiye'nin göreli konumunu güçlendirecek gelişmeler…

Şu var ki fırsatları tam anlamıyla değerlendirebilmek için etkin, çevik ve kurumsal/yapısal sorunlarını hafifletmiş bir ekonomiye sahip olmak şarttır. Oysa, son yıllarda bir miktar mesafe almış olmamız rağmen, bu açıdan gideceğimiz yol halen çok uzun.

Üstelik bütçe ve orta vadeli program örneklerinde de ortaya çıktığı gibi bir türlü kurtulamadığımız kısa vade tutsaklığı halen sürüyor. Mali disipline bağlılık taahhüdü üst düzeyde yinelenerek telaffuz edilse de, bunu garanti altına alacak maliye politikası ve yapısal reform ayaklarının içeriği açıklanmadan iç ve dış piyasaların güven ihtiyacının karşılanması zor. Yani sorun, "IMF ile mi, onsuz mu?" sorusunun cevabına indirgenecek kadar  basit değil.

Maliye politikaları tepkisel

Yapısal reformlar ayağını zaten çok tartışıyoruz, ama maliye politikası ayağı da şimdilik kısa vadeli tepkisel politikaların ötesine geçmiş değil.

Bu konuda sıra dışı sayılabilecek iki inisiyatif, Varlık Barışı ve yeni teşvik sistemi de, teknik zaaflarını ve içerdikleri belirsizlikleri fazla önemsemesek bile,pek ciddi bir etki ve ilgi yaratmış gibi görünmüyor. Muhtemeldir ki hem yurtdışındaki paraların getirilmesi, hem de yatırım hevesinin canlanması sadece geleceğe yönelik avantajlara ve güvencelere değil, ekonomi ile ilgili genel b ir risk değerlendirmesine de bağlı. Mali ve parasal dengelerin,sözgelişi artan borçların ve bütçe açığının sürdürülebilirliği, zihinleri işgal eden ve cevap bekleyen temel sorular arasında olmalı.

Kaldı ki Varlık Barışı'nın Özal'ın 80'li yıllarda yaptığı gibi özel servetlerin işletme bünyelerine aktarılmasını öngörmemesi, teşvik sisteminin de üretim performansının denetimiyle ilgili bir referans içermemesi gibi zaafları da var. Krizin sonu yaklaşırken, yükümüz artacak gibi…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019