Artan cari açık duvara toslamadan kontrol altına alınabilir mi?
Türkiye'nin açık ekonomiye geçtiği Özal sonrası dönemine baktığımızda yıllar içinde artma eğiliminde olan cari açığın sadece ve sadece milli gelir daralması ile sonuçlanan kriz dönemlerinde azalabildiği görülüyor. 1984 sonrasında cari açığın milli gelire oranında azalma ve/veya cari açığın cari fazlaya dönüşümü sırasıyla 1988, 1991, 1998, 2001 ve 2009 yıllarında yaşandı. Bu saydığım yılların hepsinde ama az, ama çok milli gelir daralması yaşanmıştı. Bu sefer farklı olabilir mi, ciddi bir daralmaya girmeden cari açığımızı azaltabilirmiyiz? Net olan bir şey varsa, böyle bir yazgıyı önlemek için Hükümetin kararlı proaktif politikalar izlemesi gerekiyor. Açıkçası, şu ana kadar Hükümet kanadı tarafından uygulanmaya başlanmış herhangi bir somut "proaktif" politikadan söz etmek imkansız. Sadece geçen sene sonuna doğru Merkez Bankası'nın konuyu gündeme getirmesi ve kendi çapında almaya çalıştığı bazı ortodoks-dışı tedbirler var. Bugün geldiğimiz noktada, bu tedbirlerin cari açığı daraltma konusunda yeterli olmadığı gayet açık. Hatta alınan bu kararların a) banka kârlarını negatif yönde etkilemesi, b) düşük reel faiz ortamını sürdürmesi, ve c) başta tüketiciler olmak üzere ekonomik aktörlerin ileriye dönük faiz artışı beklentilerini körüklemesi nedeniyle cari açığı azaltmak bir yana, artıran bir etkisi olduğundan bile söz etmek mümkün. Bazılarının iddia ettiği gibi bugün tüketimde görülen yüksek artışın aslında kriz sırasında ertelenmiş olan harcama taleplerini yansıttığı ve bu durumun bir süre sonra doğal olarak ivmesini kaybedeceği fikrine de katılamıyorum. Krizin üzerinden neredeyse 2 yıl geçti, ve tüketiciler bugünkü faiz ortamının borçlanmak için çok cazip olduğunun gayet farkındalar. (Ama gün gelince bu borçlarını ödeyebilirler mi, bu da başka bir soru.) Ayrıca, bugün yapılan harcamaların önemli bir oranını teşkil eden konut sektörüne yapılan yatırımları "ertelenmiş harcama" olarak görmek de doğru değil.
Cari açığın bir risk unsuru olmaktan çıkması için en çok ön plana çıkarılan tedbir maliye politikasının sıkılaştırılması olmakta. Buradaki mantık, cari açığın son tahlilde bir ülkenin tasarruf açığı anlamına gelmesi nedeniyle, özel sektörü tasarrufa yönlendirmek yerine kamu sektörünü zorunlu tasarrufa sokarak nisbi bir ekonomik denge sağlanması. Ancak, milli gelirin sadece %15'ini oluşturan kamu harcamalarında ancak "çok keskin" bir daralma maliye politikasının cari açık üzerinde etkili olmasını sağlayabilir. Öte yandan, bütçenin harcamalar tarafındaki kalemlerin büyük çoğunluğunda kısıntı yapılması (seçim sonrasında bile) mümkün değil. Gelirler tarafına baktığımızda ise hâlâ vergi tahsilatının iyileştirilmesi yönünde yapılabilecek çok iş olduğu görülüyor. (Örneğin, Nisan ayında dahilde alınan KDV miktarı, petrol ürünleri KDV'si çıkarılarak hesaplanan ithalde alınan toplam KDV miktarının bile oldukça altında. İçeride tahakkuk eden KDV'nin sadece %40'ı toplanabilmiş. Bu durum kayıtdışı ekonominin büyüklüğünü net olarak gözler önüne sermekte.) Ancak unutmayalım ki, vergi (özellikle dolaylı vergiler) son tahlilde vatandaşın cebinden alınan bir salma. Kısacası, bu çarpık şekliyle, vergilendirmenin hem gelir dağılımını bozucu, hem de mükelleflerin gelirini azaltıcı bir etkisi söz konusu. Sonuçta, bugünkü konjonktürde, vergi tahsilatını arttırmak ne kadar gerçekçi olabilir, bilemiyorum.
Kısa vadede alınabilecek 2 tedbir daha düşünülebilir. Birincisi para politikasının sıkılaştırılması, yani reel faizlerin artırılması. İlerleyen aylarda enflasyonun %7 seviyesine çıkması bizzat MB tarafından da teyit edilmiş iken, politika faizlerinin ekonomik aktivite üzerinde etkili olabilmesi için bugünkü düzeyinden en az 300 baz puan kadar artırılması gerekiyor. Başbakan'ın reel faizler konusundaki görüşlerini dikkate alırsak, bu durumun (MB'nin kendi insiyatifiyle) gerçekleşme olasılığı sıfıra yakın. İkinci düşünülebilecek tedbir ise döviz alımlarını artırmak suretiyle devaluasyon yaratılması. Burada da, gerek ileriye dönük enflasyon beklentileri, gerekse de cari açığa dış ticaret dengesi kanalıyla etki yapabilecek devaluasyon oranının oldukça yüksek olması bu tedbiri bir alternatif olmaktan çıkarıyor.
Bu hafta yerim kalmadığı için cari açığı kontrol altına alabilecek orta vadeli tedbirler üzerinde bir şey söyleyemedim. Ancak ana başlıklarla özetlersem bu tedbirler: enerji ithalat faturasını azaltmak (burada ilk aşamada atom enerjisi ve alternatif enerji kaynaklarından daha çok petrole göre birim başına enerji maliyeti çok daha düşük olan doğal gazın her alanda kullanımının artırılması düşünülmeli), Tobin vergisi ve karantina gibi yöntemlerle açığın finansman kalitesini düzeltmek, devaluasyon olmasa bile daha zayıf bir TL politikası izlemek, nette döviz kazandırıcı sektörlere teşvikleri artırmak, ihracata yönelik doğrudan yabancı yatırımları desteklemek, iletişim teknolojilerini ucuzlatmak, bütçenin yapısal dengesini düzeltmek (emeklilik yaşını artırmak, sağlık harcamalarını kontrol altına almak, vergi tahsilat oranlarını artırmak), modern mesleki eğitime ağırlık vermek ve son olarak da rant ekonomisini değil, üretim ekonomisini destekleyici tedbirler almak olmalı.