Arı, tanı koyuyor
Bundan 5 yıl önce, Mart 2008’de bizim basında şu haber çıktı:
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü, arıları narkotik uzmanı olarak yetiştirecekti... Haber, 13 Mart’ta yayınlandıktan hemen sonra “uzmanların” alay korosuyla karşılandı. “Zihni Sinir Procesi” diyen de oldu. “Bu çalışma bir ilk. Sonuçlar dünya çapında değerli olacak” diyen de...
Oysa olayın arka planında ilkokul öğrencileri vardı. 28-30 Mart’ta 16. Uluslararası Çevre Proje Olimpiyatı INEPO’ya katılacak çocuklar, “arıların koku bulmadaki üstünlüğü”nden hareketle, “gümrük kontrolü ve okul gibi kapalı ortamlarda uyuşturucu maddeleri bulma” konusunu deneysel olarak araştırıyordu. Milli Eğitim Müdürü projeden heyecanlanmış, bunu duyuruvermişti.
İki gün sonra, Hürriyet’in Pazar Eki’nde adli tıp uzmanı Prof. Sevil Atasoy’un görüştüğü bir yabancı uzman, konuya bilimsellik getirdi: Evet, arılara bazı kokuları tanıma öğretiliyordu. Ama, narkotik konusunda başarılı olunamamıştı.
MEB Hüseyin Çelik, İstanbul ME müdürü için “her halde şaka yaptı” dedi ve konu kapandı.
Pazar günü konuya bilimsel açıklık getiren Hürriyet, bir gün önceyse konuya tamamen magazin gözlüğüyle bakmıştı: “Keş arılar ya müdüre konarsa?”
Oysa tam da o günlerde New York’ta Çağdaş Sanat Müzesi MoMA’daki “Tasarım ve Esnek Zihin” sergisindeki öncül (avant-garde) ürünlerden biri bu konudaydı: Koku alan arıları, hastalık veya hamilelik tanısında kullanmaya yarayan fanuslar sergileniyordu.
Londra’da yaşayan Portekizli sanat tasarımcısı Susana Soares, kimsenin aklına gelmeyen bir şey yapmıştı:
İç içe geçen iki cam fanustaki “görevli” arılar, fanusa üflenince, nefesteki hastalıklı molekülleri ayırt edebiliyordu. Bunun için, Pavlov’un köpekleri gibi “şartlı refleks” göstermek üzere eğitilmişlerdi.
Cam fanusun iki bölmesi vardı: Nefesteki bazı kokuları tanımayı öğrenmiş arılar, eğer “o” kokuyu duyarlarsa küçük bölmeye giriyordu.
Fanusun, hamilelik tanısı koymaya yarayan tipi üç bölmeliydi. Yumurtlama dönemine, yumurtlama öncesi ve yumurtlama sonrası döneme ayrılmıştı. Arılar, hissettikleri nefeste sadece kendi duyacakları kokuya göre hangi bölmeye gideceklerini biliyordu. Böylece tanı, sadece cam fanusta arıların uçuş ve konuş biçimine göre konuluyordu. Kan tahlili gerekmeden. Cam fanuslar öyle yapılmıştı ki arıların bunların içinde özgürce uçması mümkündü, ama dışarı çıkmaları için özel bir düzenek vardı.
Esnek zihinli tasarımcıların, arıları “biosensor” olarak kullanmayı düşünüp, buna uygun fanus yaptıkları bir inovasyon dünyasında bizim dünya, arıların, hayatlarını konu alarak yaşadığından habersizdi.
Buraya kadar “-di”li geçmişle gelen bu öykü halen sürüyor. Çünkü arılara bazı hastalıkları tanıttırmak, “uçuk” bir fikir değil. Araştırmacıların, üzerinde çalıştığı ciddi bir konu. Buna en son, ABD’nin saygın kurumlarından Smithsonian Enstitüsü, aylık dergisinde yer verdi. Öte yandan, Yeni Zelanda’da Otago Üniversitesi araştırmacıları, arıların verem tanısında da kullanılabileceğini gösterdiler. Veremin yanı sıra, akciğer ve cilt kanseri, şeker hastalığı da şimdilik, arıların tanıyabildiği hastalıklar arasında. Yeni araştırmalarla, bu liste büyüyecek muhakkak. Sanayi de ilgi göstermeye başladı: ABD’de Georgia Üniversitesi’ndeki çalışmalara Bennet Aerospace şirketi ortak oldu. Üniversite-sanayi işbirliği, arıları tıpta kullanılacak kıvama getirmeye hazırlanıyor.