Arap Baharı yönünü arıyor
İslam dünyası yeni yıla ölümlerle girdi, Yemen’de 65 kişi bombalı saldırı ile öldürüldü. Bu haber çoğumuzun dikkatini çekmedi. Çünkü söz konusu coğrafyada bu tür haberler, günlük olağan haberler haline geldi.
İslam ülkelerinde yaşanan şiddet geçmişte de hep vardı. Fakat Afganistan’a önce SSCB’nin, sonra ABD’nin müdahalesi, ardından ABD’nin 1990 yılında Irak’a girmesi, bu şiddeti artırdı. Çünkü dış müdahaleler ülkelerdeki otoriteyi sarstı, yıktı. Yerine bir otoriteyi de kuramadı. Bunu söylerken bu ülkelerde eski siyasal yönetim biçimleri harikaydı demiyorum. Ancak bir düzen vardı.
İslam ülkelerinde şiddetin ikinci dalgası yine Batı destekli Arap Bahar’ı sonrasında yaşanıyor. Batı ülkeleri çıkarları uğruna İslam ülkelerindeki radikal güçlere destek verdiler. Kapalı ekonomiden ve politikadan bunalmış halk (Bunların içinde okumuş laikler de vardı. Bu çokta şaşırtıcı değil. Çünkü 1979’daki Humeyni hareketi iktidara gelirken arkalarına İran Komünist Partisi TUDEH’in de desteği vardı.) rejim karşıtı olsun da, ne olursa olsun mantığı ile destek verdi. Rejimlerini yıktılar, Saddam, Mübarek, Kaddafi gitti.
Hiçbir ülkede demokratik rejim kurulmadı
Eski rejimler çöktü. Sözde yerlerine demokratik rejimler kurulacaktı. “Devrim Kendi Çocuklarını Yer” sözünü doğrularcasına yeni iktidar güçleri biri birine girdi. (Bu hareketler devrimci hareketler değildir, tam aksine daha sonra gerici kimlikleri öne çıktı. Bunu da ayrıca belirtmek zorundayım). Yani hiçbir ülkede “demokratik” yönetimler kurulmadı. Tam aksine Popper’cı anlamda karmaşa ve kaos egemen oldu.
2014’de bu ülkelerde yön arayışları başladı. Mısır’da Sisi rejimi demokratikleşme yönünde adımlar attı, darbeyle gelmesine rağmen arkasına ciddi bir halk desteği aldı, ülkenin demokratik güçleri de bu destek grubunun içinde yer alıyor. Tunus’ta yapılan seçimleri laiklerin ve liberallerin de destek verdiği Nida Tunus Partisi’nin lideri Beji Kaid Es- Sebsi kazandı, yeni yıl öncesi yemin edip görevine başladı. İran’da yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani rejimin baskıcı yönünü hafifletmeye çalışıyor. Bu arada Suudi Arabistan’da ciddi bir muhalif birikim olduğu ve çok yakında gün yüzüne çıkacağını yönünde haberler artıyor. Arap Ülkeleri/İslam Coğrafyası yönünü arıyor ve sanki din-iman söylemlerine artık karnımız tok diyen bir güçlü sınıf doğuyor. Arapların geleceğini bu sınıf belirleyecek.
Sanırım birçoğumuzun da kabul edeceği üzere “Demokrasi” öyle kolay bir rejim değil. Halkın dört ya da beş yılda oy vermesi ile demokrasi olmuyor. Demokrasi demokratik güçlerin egemenliği ile kuruluyor, yaşıyor. İslam Coğrafyasının yükselen sesi bu olacak gibi duruyor, işleri zor mu? Zor.
Fakat unutmayalım Batı Ülkelerindeki demokrasi kavgası 1215 yılında imzalanan Magna Carta’ya (Magna Carta Libertatum ) kadar uzanıyor. Yani demokrasi, mücadele ile birike birike geliyor.