Aranan kan Aykut Kocaman

Cem TOP
Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Sezonu kocaman bir hayal kırıklığı ile kapatan Fenerbahçe'nin şimdilerde "Kocaman" bir umudu var. Christoph Daum'un bir kez daha elindeki şampiyonluğu rakibine kaptırmasıyla, sarı-lacivertli ekipte teknik adam değişimi kesinleşince hem yönetimin hem de taraftarın bu konudaki ilk tercihi Aykut Kocaman oldu. İstanbulspor, Malatyaspor, Konyaspor ve Ankaraspor tecrübeleriyle teknik adamlık konusunda kendisini geliştiren, Fenerbahçe'deki "sportif direktörlük" göreviyle de idari işleyişe vakıf olan Kocaman'ın bu konudaki isteksiz görüntüsüne -karakter yapısını hesaba katarak- hak vermek lazım. Sarı-lacivertli formayı 250'nin üzerinde giymiş ve camiada efsaneleşmiş bir futbolcunun "Fenerbahçe teknik direktörlüğü" gibi bir makamı geri çevir(e)meyeceğini varsayarsak, bu başarılı spor adamının çekincelerinin farklı alanlara yönelik olduğunu anlamak çok zor değil.

Dikkatli futbol izleyicilerinin de hatırlayacağı gibi sezon içinde bir çok kez Aykut Kocaman ile Christoph Daum arasında kara kedilerin dolaştığı iddia edilmiş ve bu iddialar ikilinin takım otobüsünden ekranlara yansıyan görüntüleriyle pekişmişti. Şahsi fikrim Kocaman'ın "Daum'un altını oydu, şimdi koltuğuna oturuyor" söylemlerinden rahatsız olduğu için şimdilik Fenerbahçe teknik direktörlüğü konusunda isteksiz davrandığı yönünde. Ancak kendisinin son günlerdeki demeçleri, Fenerbahçe'nin teknik anlamdaki arazlarına "12'den vurarak" teşhis koyduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe yönetimine bir rapor sunan Kocaman'ın, "Birer stoper ve santrforun yanı sıra iki kanadın önünde oynayacak oyunculara ihtiyaç var" görüşünü savunduğu biliniyor. Sarı-lacivertli takımın sezon içinde Özer, Emre, Baroni, Mehmet Topuz ve Alex gibi bir beşliyle orta sahasını yapılandırdığını biliyoruz. İşin aslı, objektif bir yorumla bu beş oyuncunun da kanattan çok ortada görev alabilecek futbolcular olduğunu söylemek lazım. İstatistikler bu futbolculardan ligde; Özer'in 2, Mehmet Topuz'un 1 golü olduğunu söylüyor. Oysa günümüz futbolu, kanatlarda görev alan futbolcuların içe kat ederek gol bölgelerine girmesini, asist ve gollerle takımın hücum gücüne katkı yapmasını gerektiriyor. Üstelik Aykut Kocaman bu teşhisi koyarken aynı zamanda çıtayı da Milos Krasic, Eden Hazard, Balazs Dzsudzsak seviyesine çekerek önemli mesajlar veriyor. Biliyorsunuz, açıkgöz menajer Juan Figer son yıllarda Fenerbahçe ve Beşiktaş sayesinde neredeyse Forbes listesine girecek kadar para kazandı. Üstelik Brezilya yoğunluklu bu Güney Amerika akımı hem sahada hem de bilançolarda takıma menfi etki etti. Gözünü Avrupa piyasasına diken Kocaman'ın bu anlamda da doğru bir iş yaptığını söyleyebiliriz.

Ankaraspor'da kurduğu takımla ve topa sahip olmaya yönelik oyun anlayışıyla ligin dişli takımlarından birini oluşturmayı başaran başarılı teknik adamın görev alması halinde Fenerbahçe'ye nasıl şekil vereceği de bugünden merak konusu. Yazının "Aykut güzellemesi" olarak algılanmaması adına bu noktada "objektif bir yorumla" çekincelerimi dile getirmek isterim. Ankaraspor, "topa sahip olan" ve "zor gol yiyen" bir takım olarak dikkat çekiyordu ama zaman zaman da oynadığı kısır maçlarla hepimizi esnetiyordu. Fenerbahçe ise Parreira dönemindeki şampiyonlukta dahi sıkıcı futbola tepkisini koymuş, sahada rakibini bunaltan bir takım izlemeyi her zaman ilk plana almış bir camia. Bu nedenle kişiliği, tecrübesi, hayat ve oyun görüşüyle sarı-lacivertlilere yakıştırdığım Aykut Kocaman, görevi kabul etmesi durumunda bambaşka bir yapılanmaya gitmek durumunda kalabilir. Her şeye rağmen Aykut "I couldn't" demeyecek olursa ve Fenerbahçe camiası kendisine gerekli krediyi tanırsa Türk futbolunun çok başarılı bir teknik adam daha kazanacağını düşünüyorum.

Yunanistan bildiğiniz gibi

Kupanın ikinci gününe Port Elizabeth'de oynanan Güney Kore - Yunanistan maçı ile başladık. Karşılaşma öncesi iki takımın aralarında oynadıkları maçlar istatistik oluşturamayacak kadar az sayıdaydı ama bu maçlarda Yunanistan'ın galibiyet alamamış olması önemli bir veriydi. Başlama düdüğü çaldığında görüldü ki, Yunanistan teknik direktörü Otto Rehhagel ne kadar kadro ile oynasa da defansif kuruntularından bir türlü kurtulamıyordu. İleri uçta yalnız bıraktığı Gekas'ın gerisinde Samaras, Karagounis ve Charisteas ile bir üçlü oluşturan Rehhagel, bu garip formasyonun bedelini ilk 45 dakikada ağır biçimde ödedi. Samaras ve Charisteas'ın hiç de yabana atılır golcüler olmadığı biliniyordu ama tıpkı ligimizde Bobo'nun sol açık oynatılıp Beşiktaş'ın kimyasının bozulması gibi Yunan takımı da ağır aksak bir görüntü çiziyordu. Nitekim Kore takımı kanatlardan hızlı çıktığı her pozisyonda Yunanistan savunmasına ecel terleri döktürdü. Soldaki Samaras ile sağ öndeki Charisteas, toplu oyunda driplinglerini konuşturuyorlar ama mesele "adam kovalamak" olunca açık açık yan çiziyorlardı. Buna karşın ileri ucundaki Chuyoung'u Jisung Park, Kihun ve Chungyong ile destekleyen Kore takımı; inatçı, mücadeleci ve hızlı futboluyla ilk devrenin galibi olmayı hak etti.

Kenardaki görüntüsüyle "ununu elemiş, eleğini asmış" bir imaj çizen Rehhagel, golün geldiği yedinci dakikadan ilk yarı sonuna kadar maça elle tutulur bir müdahalede bulunmadı. Tziolis ve Katsouranis'i savunmanın önüne yerleştiren Yunanistan, bu oyunculardan neredeyse hiç yararlanamadı. Ofansif organizasyonun tüm yükü 34 yaşındaki Karagounis'e yüklenince mavi-beyazlılar rakip kalede hemen hemen hiç etkinlik gösteremedi. Bu arada ilk yarıda epey aksayan Yunan stoper Vyntra'nın ikinci yarının altıncı dakikasında takımının ipini çektiğini de belirtmek gerekiyor. Kyrgiakos'un oynamasına engel bir durumu yoksa bu tercihi anlamak zor. Tabi bu arada 46'da Karagounis'i dışarı alıp defansif özellikleriyle tanıdığımız Patsatzoglou'nu sahaya süren Yunan teknik heyetinin zaten kötü kurgulanmış taktik düzene tüy diktiğini de söylemeliyiz. 58'de Salpingidis oyuna dahil olurken çıkan futbolcu Samaras, 60'da Kapetanos girerken dışarı alınan Charisteas oldu.

Yunanistan'daki bu negatif görüntüye karşılık, Kore takımı çok yetenekli ayaklara sahip olmamasına rağmen takım oyunu ve disipliniyle dikkat çekti. Takımın teknik direktörü Jung Moo Huh, birbirlerini tanıyan ve taktik disiplini asla bozmayan bir takımla Güney Afrika'ya gelmiş. Fizik bakımdan rakiplerinden geride olan Güney Kore çok koşarak ve akıllı oynayarak bu eksiğini kapatabiliyor. Modern futbolun gereklerini ortaya koyan bu çalışkan takım, belki 2002'deki başarısına ulaşamayacak ama şüphesiz turnuvanın takdir toplayan ekiplerinden biri olacak.

Karşılaşmanın 65.dakikasından sonra Güney Kore'nin savunmaya çekilmesinden de yararlanarak rakip yarı alana daha çok adamla gitmeye başlayan Yunanistan, zaman zaman önemli ataklar geliştirdi. Tehlikenin erken farkına varan Jung Moo Huh, 73'te Sung Yong'un yerine daha defansif bir orta alan oyuncusu olan Nam-il Kim'i sahaya sürdü. 2-0 önde olan Güney Kore takımında dikkat çeken bir başka özellik, baskı yedikleri dakikalarda bile oyuncuların zaman çalmaması, yere yatmaması ve deyim yerindeyse çirkefliğe başvurmaması. Sadece bu nedenlerden dolayı bile Güney Kore galibiyetinin ayrıca kutlanması gerektiğini düşünüyorum. Mücadele, puan, skor ve sıralama çok önemli ama bunları fair-play dairesinde kalarak gerçekleştirmek. İşte bu takdire şayan!

Arjantin kazandı ama

B Grubu'nun ikinci maçından önce, karşılaşmayla ilgili beklentimiz bol gollü bir kapışma izleyeceğimiz yönünde idi. İki ekibin de hızlı hücuma çıkan ve bünyesinde tempolu oyuncuları barındıran ekiplerden olması bu tahminlerimizi güçlendiriyordu. Maradona maç öncesinde tatlı bir baş ağrısı çekiyor ve hücum hattını nasıl oluşturacağına karar vermekte zorlanıyordu. Kadrolar açıklandığında gördük ki; Higuain, Tevez, Messi üçlüsü kenarda oturacak Milito, Palermo ve Agüero'ya tercih edilmişti. Anlayacağınız, Dünya Kupası'na gelirken adeta feleğin çemberinden geçen Arjantin için kötü bir sonuçta Maradona'ya yöneltilecek eleştiriler başlama düdüğünden önce hazırdı. Milito nasıl oynamaz? Agüero'suz Arjantin olur mu? Palermo'nun tecrübesinden yararlanılmaz mı? gibi sorular keskin kalemlerin ucunda bekliyordu adeta.

Karşılaşmaya her iki ekip de 4-3-3 görüntüsünde başladıysa da Heinze'nin kafasından altıcı dakikada gelen gol sonrası formasyonlar değişti. Arjantin'de Messi, Higuain - Tevez ikilisinin gerisine gelerek zaman zaman sistemi 4-3-1-2'ye çevirdi. Nijerya ise ilk dakikalarda yediği baskının ardından ileri ucunu Yakubu ve Obinna ile şekillendirerek 4-4-2'ye yakın bir düzene döndü. Lars Lagerback yönetimindeki Nijerya takımında ilk dikkatimizi çeken oyuncuların fizik güçleri oldu. Fizik görünümü ve temposuyla göze batan bu takımı betimlemek gerekirse sanıyorum "taş gibi takım" benzetmesini kullanabiliriz. Buna karşın Arjantin takımı teknik becerisiyle topa sahip olan ve özellikle hücumlarda rakibin başını döndürebilecek potansiyele sahip bir ekip. Nitekim topa sahip olduğu anlarda Arjantin'in, defansın önündeki Mascherano'dan başlayarak topu dolaştırdığını ve organize olmakta zorlanmadığını gördük. Ancak bu noktada Maradona'ya bir eleştiri yapmamız gerekirse, ilk on dakikada 1-0 öne geçen takımın çok daha olumlu bir futbol oynayabilecek iken tempoyu düşürmesini yadırgadığımızı söyleyelim. Dünya Kupası gibi bir organizasyonda 1 gol asla 3 puanın garantisi değilken ve üstelik Maradona'nın elinde dünyanın en önemli hücum oyuncuları bulunurken bu anlayış yüzümüzü ekşitmemize yetti.

İkinci yarıya takımlar oyuncu ve anlayış değiştirmeden başladılar. Arjantin yine "hazırlık pası" kisvesi altında Nijerya'yı uyutuyor, "Afrika Kartalları" ismine rahmet okutan Lagerback'in öğrencileri ise çoğunlukla savunmada kalıyordu. Bu tip bir oyunla maça ortak olamayacağını gören İsveçli teknik adam, "hiç olmazsa kontratak kovalayalım" düşüncesiyle erken davranarak 52'de Martins - Obinna değişikliğine gitti. Bu hamleyi  60.dakikada Obasi'nin oyundan alınıp Lokomotiv Moskova'lı Odemwingie'nin içeri alınması izledi. Açıkçası 60.dakikadan sonra izlediğimiz maç için Lars Lagerback'e duacı olmamız lazım. Risk alan Nijerya takımı, hem Arjantin defansının falsolarını ortaya çıkardı hem de savunma anlayışından ödün verdiğinden rakibine geniş alanlar bıraktı. Sonuçtan bağımsız biçimde "güzel futbol ve bol gol" peşinde olan bizler için bu seyir zevkinin yükselmesi anlamına geliyordu. Kalan bölümlerde gerek Nijerya gerek Arjantin müsait fırsatlar yakaladılar. Bahsettiğimiz bu fırsatlarda Afrika temsilcisi adına Enyeama kalesinde devleşirken, Arjantin'in verdiği pozisyonların gol olmamasının tek sebebi Nijerya forvetlerinin son vuruşlardaki beceriksizliğiydi. Neticede Arjantin maçı kazandı ama asla bir şampiyon gibi oynamadı. Nijerya için de söylenebilecekler var. Örneğin ikinci 45 dakikada oyuna dahil olan Martins ve Odemwingie bu Nijerya takımına direkt onbirde başlamalı. Aksi takdirde Afrika Kartalları hayal kırıklığı yaratabilir.

Amerika çetin ceviz

Dünya Kupası başlamadan evvel Amerikan takımı ile ilgili fikrim; sert, süratli ve inatçı futbolunu fizik gücüyle destekleyen bu ekibin turnuvanın en çetin cevizlerinden biri olacağı yönündeydi ki, peşinen belirteyim oynadıkları İngiltere maçı bu fikrimi değiştirmedi hatta pekiştirdi. Arjantin - Nijerya kapışmasından sonra "günün en önemli ikinci maçı" damgası vurulan İngiltere - Amerika karşılaşmasında, Capello'nun öğrencileri bu çetin cevizi kırmakta oldukça zorlandılar. Dünyanın en sert liglerinden biri olan Premier Lig'den oluşturulan İngiltere milli takımı bile zaman zaman mücadeleden yıldıysa, sanıyorum Amerikan takımıyla ilgili yukarıda belirttiğimiz husularda gerçeklik payı var. Ada futbolunun temsilcileri, 4-4-2 biçiminde yayıldıkları sahada göbekteki Lampard - Gerard ikilisinin kazandığı topları kanatlara yönlendirerek gol bölgesindeki Rooney ve Heskey'i beslemeyi amaçladılar. Sağ kulvardaki Lennon da bazı anlarda bu ikiliye katılarak gol bölgesine üçüncü oyuncu olarak girdi. Buna karşılık Amerikan takımı ele avuca sığmaz golcüsü Altidore'u yem olarak kullanıyor, bu oyuncunun boşalttığı alanlara da Findley, Donovan ve Dempsey gibi becerili ayakları sokuyordu. Gerard'ın takımı adına dördüncü dakika dolarken kaydettiği gol, bahsettiğimiz oyun planlarının değişmesine yol açmadı. Fabio Capello, ilk yarım saat dolarken Milner ile yaptığı hatadan dönerek sol kulvara Shaun-Wright Phillips'i monte etti o kadar. Milner'ın kanadında Donovan ve Cherundolo o kadar etkili oldular ki, Capello sarı kart gören bu futbolcuyu oyundan almak zorunda kaldı. Amerika Birleşik Devletleri, 40.dakikada Dempsey'in ayağından bulduğu şans golüyle skoru eşitleyince ikinci yarı daha zevkli bir futbol izleyeceğimize dair ümitlerimiz arttı.

İkinci 45.dakika başlarken Capello bir başka hamle yaparak, King'in yerine Carragher'ı oyuna dahil etti. Bu devrede her iki kanattaki Lennon ve Shaun-Wright Phillips ile gol bölgesindeki Rooney - Heskey ikilisinin süratlerinden faydalanmayı amaçlayan İngilizler, uzun toplarla bu futbolcuları defans arkasına kaçırmayı denediler. Bu pozisyonların bazısı olgunlaşmazken, Premier Lig'de bu sezon 44 maçta yalnızca 5 gol kaydına muvaffak olabilen Heskey'nin kaçırdığı mutlak pozisyon ise adeta maçın kırılma anıydı. 65'te Altidore'un büyük çabasıyla gelişen pozisyona ise İngiltere açısından ancak "şans anı" denebilir. İkinci devrenin büyük bölümünde oyunun hakimi olan İngiltere, şişirdiği toplarda Onyewu - Demerit engeline takılınca ilerleyen bölümde Rooney'i orta alana yaklaştırıp, her iki beki Johnson ile Cole'u da etkin biçimde kullanmaya başladı. Bu noktada özellikle sağ kulvardaki Glen Johson'ın takımının en iyi oyuncusu olarak maç genelinde öne çıktığını belirtelim. Maç eşitlikle devam ederken hemen tüm izleyecilerin kafasında Capello'nun son kozu olan Peter Crouch vardı. İtalyan teknik adam da 80.dakikada yaptığı değişiklikle bizleri yanıltmadı. Ancak Amerikan defansının kalesi 1.96'lık Onyewu sahadayken Crouch'a kolay kafa topu yoktu. Nasıl ki, İngiltere adına Glen Johson isminin altını çizdiysek Amerikan takımında da Oguchi Onyewu'ya vurgu yapmamız gerekiyor. İngiltere'nin kalan dakikalar için beslediği ümitler Onyewu engeline takılınca karşılaşma 1-1'lik eşitlikle sona erdi. Bu maçın ardından Amerikan takımına dikkat çekmek boynumuzun borcu. Fizik gücü yüksek İngiltere'yi canından bezdiren Amerika, muhtemelen grubun diğer takımları Cezayir ve Slovenya önünde de başarılı bir performans sergileyecektir. Bu bakımdan grubun seyrini de Bob Bradley ve öğrencilerinin belirleyeceğini söyleyebiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Derbi kadar zor 03 Mart 2016
Düğüm çözülecek mi? 25 Şubat 2016
Skandalın daniskası 23 Şubat 2016
Maçın şifresi: Savunma 18 Şubat 2016
Öp Quaresma’nın elini 16 Şubat 2016
Taktik savaşı 11 Şubat 2016
Maça geç kaldılar 09 Şubat 2016
Ciddiyet şart 02 Şubat 2016