AP'nin Çek ve Polonyalı temsilcilerinden ilginç açıklama: ”Ülkeleri
"Avrupa Parlamentosu-Türk Sivil Toplum Diyaloğu" toplantıları kapsamında, Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grup Üyesi Sayın Jan Zahradil, Avrupa Parlamentosu Uluslar Avrupası için Birlik Grubu üyesi Ewa Tomaszewska ve Lidové Noviny gazetesi Avrupa Temsilcisi Katerina Šafarikova İktisadi Kalkınma Vakfı'nın davetlisi olarak geçtiğimiz hafta İstanbul ve İzmir'de temaslarda bulundu.
İKV merkezinde düzenlenen bir toplantıda bir araya geldiğimiz AP heyetinin ortak görüşü
Avrupa Parlamentosu'nda (AP) Türkiye'nin üyeliği hususunda olumlu bir havanın hâkim olduğu; Türkiye hakkındaki raporların katılım süreci önündeki engellerin aşılmasına katkıda bulunacağı yönünde.
AP heyetine göre Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik olumsuz tutumun temelinde Fransa ve Almanya gibi ülkelerin jeopolitik öncelikleri yatıyor. AB'nin büyük üyeleri, Türkiye'nin büyüklüğü ve coğrafi konumu sayesinde güç dengelerini etkilemesinden korkuyorlar.
Bu arada Zahradil, Türkiye'nin Avrupa'daki seçim dönemlerinde seçim malzemesi haline getirildiğini kabul ediyor. Zahradil, "Halk AB Parlamentosu seçimlerine çok az ilgi gösteriyor. Ortak bir Avrupa gündemi, etkin bir AB kamuoyu ve AB ulusu gibi kavramların yokluğunda, Avusturya gibi Türkiye karşıtlığının yüksek olduğu ülkelerde bu tür yöntemler seçmenleri oy kullanmaya teşvik etmek için stratejik bir hamle olarak kullanılıyor" diyor. Gazeteci Katerina Safarikova ise kamuoyundaki Türkiye karşıtlığının temelinde siyasal meselelerden çok Müslümanlık'a karşı önyargıların yattığını söylüyor.
Türkiye, AB üyeliğine bizden daha fazla hazırdı
Çek vatandaşı Jan Zahradil, Türkiye'nin Çek Cumhuriyeti'nden çok daha önce parlamenter demokrasi ve piyasa ekonomisi geleneğini uygulamaya başladığını söylerken, Çek kamuoyu ve siyasetçilerinin desteğini artırmak için özellikle Türk işadamlarını göreve davet ediyor. Polonya vatandaşı olan Ewa Tomaszewska ise, Türkiye'nin sistemik bir dönüşüm geçiren eski komünist blok ülkelerine nazaran, özellikle siyasi ve ekonomik anlamda AB üyeliğine aslında daha fazla hazır olduğunu belirtiyor. Tomaszewska'nın dikkat çektiği bir diğer konu da, birlik içindeki sosyal sorunların çözümüne yönelik farklı yaklaşımların sağlanmasında Polonya'nın Türkiye'nin üyeliğine ihtiyacı olduğu yönünde. Her iki parlamenterin ortak görüşü ise şöyle: "Eski komünist ülkeler rejim değişikliği geçirmeyip, komünist rejime bağlı kalmış olsalardı, Türkiye çoktan AB üyesi olmuştu."
"Sınırsız bir Avrupa"
Çek Cumhuriyeti, 2009 yılında AB dönem başkanlığını Fransa'dan devralıyor. Çek Cumhuriyeti'nin öncelikle Lizbon Antlaşması yönünde bir sonuca varması gerekiyor Antlaşmanın geleceğini diğer üye devletlerin tavrının belirleyeceğini söyleyen Zahradil, tüm üyelerin onayı alınmadığı takdirde antlaşmayı imzalamanın fazla bir anlam ifade etmeyeceğini yineliyor. Tomaszewska da Polonya'nın batı bölgesinde İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma mülk sahipliği gibi sorunlardan ötürü pek çok vatandaşın antlaşmaya sıcak bakmadığını ifade ediyor. Çek dönem başkanlığı konusunda ise, Zahradil 'sınırsız bir Avrupa' sloganıyla yola çıktıklarını, ancak küresel finans krizi gibi beklenmedik gelişmelerin başkanlık gündemini etkileyebileceğini ifade ediyor. Genişleme ve müzakerelerin de başkanlık gündeminde yer alacağını belirten Zahradil, ele alacakları diğer konular arasında krizle mücadele ve iklim paketini sıralıyor.
Michel Rocard: Türkiye'nin üyeliği AB için yaşam sigortası
Fransa eski Başbakanı ve Sosyalist Parti lideri Michel Rocard bugün Avrupa Parlamentosu üyesi ve Türkiye'nin AB üyeliğini son derece açık ve güçlü bir şekilde savunan bir isim. Rocard'ın "Türkiye'ye Evet" isimli kitabı da bu desteğin son dönemlerdeki en somut örneği.
Geçtiğimiz hafta Galatasaray Üniversitesi'nde bir konuşma yapan Rocard, Türkiye'nin üyeliğinin önündeki temel sorunun jeopolitik nedenlerden kaynaklandığını söylüyor.
Jeopolitik konum açısından çok büyük bir öneme sahip olan Türkiye'nin, Avrupa karşıtı bir tutuma girdiği anda, Avrupa'nın başta petrol olmak üzere birçok yaşamsal kaynakla ilgisinin kesileceğini söyleyen Rocard'a göre "Türkiye'nin üyeliği AB için yaşam sigortası" anlamına geliyor.
Rocard aynı zamanda Türkiye'nin bölgesel barış anlamında da AB için vazgeçilmez olduğunu ifade ediyor. "Türkiye, gerek sahip olduğu büyük ordu, gerek bölgesel ilişkileri, gerekse konumu itibariyle çok önemli" diyor Rocard ve şöyle devam ediyor: "AB siyasi olarak öldü. Kendi içinden vuruldu. Fransa bunun farkında değil. Fakat AB, bir Rusya veya ABD gibi hareket edemiyor."
Bu arada seçim kampanyasında Türkiye karşıtlığını ciddi bir malzeme olarak kullanan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin, AB dönem başkanlığı sırasında Türkiye konusunda "tam bir tarafsızlık" gösterdiğini ifade ediyor Rocard ve "Sarkozy Türkiye'yi keşfetti" diyor.
Bu keşfin başlıca nedenleri arasında Türkiye'nin Gürcistan-Rusya krizi sürecinde ortaya koyduğu başarılı tutum ve G-20 toplantısındaki ortaya çıkan etkin ortaklık.
Birbirine inanmayan iki sevgili gibiyiz
Rocard, Türkiye ve AB ilişkilerindeki tıkanıklığın bir an önce atlatılması gerektiğini, aksi takdirde hiçbir yere varılamayacağını ifade ediyor. Türkiye ve AB ilişkisini birbirine inanmayan iki sevgiliye benzeten Rocard, "Kimse birbirine inanmıyor. Herkes ilk hareketi bir diğerinden bekliyor. Kimse ilk adımı atmıyor. Bazı sorunlar olduğu kesin. Kıbrıs bunlardan birisi. Fakat çözülmeyecek bir sorun yok. Herkes kendine düşen fedakarlıları yapmak zorunda" yorumlarında bulunuyor.
Ve bu ilişkinin devamında tek bir konunun belirleyici olacağını söylüyor Rocard. O da, "soft power", yani başarılı diplomasi.