Antalya'da bir hafta sonu
İstanbul'u seller götürürken havalanıp bulutlardan sıyrılınca karşılaştığımız güneş, Antalya semalarına kadar bizi takip etti. Güneş vardı, ama İstanbul'da yağmur yağınca Bodrum'da esen rüzgârlar, Antalya'da kuvvetini epey artırmıştı.
Olsun, iklim orada gerçek sonbahardı… Denize de girilebilirdi, dağa da çıkılabilirdi… The Marmara Antalya'nın konuğu olarak geçireceğimiz haftasonunun satırbaşları da bu doğrultuda turunçlar, doğada yolculuk, benim için artı müze gezisiydi…
Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü'nde (BATEM), turunç mevsiminin başladığı Antalya'nın eşsiz meyveleriyle tanışacak, 4x4'ler ile Bey Dağları'ndaki doğal yaşama karışacak, doğal sarkıtların oluştuğu 70 metrelik tünelden geçerek varılan otel plajında biraz yüzüp güneşlenecektik… Tabii ki Elmalı Hazinesi, Amerika'dan büstü getirilen Yorgun Herkül heykeli gibi önemli başlıkları da olacaktı bu iki günün…
Bir mutfak dostu da olan Genel Müdür Mehmet Mülayim, arkeolojiye de meraklı Satış Müdürü Murat Durmuş, her zaman gülümseyen yüzüyle de güven uyandıran, biribirinden güzel yemeklerini tattığımız Aşçıbaşı Murat Ekmekçi ile artık uzamaya başlayan Antalya gecelerinde (dalgaların şıpırtısı eşliğinde) geç saatlere kadar sürecek sohbetler bu yolculuğun keyifli anıları arasında yer alacaktı…
The Marmara Antalya, dünyadaki ilk ve tek dönen bina ayrıcalığıyla da biliniyormuş. Çünkü, gemilerin, suyun kaldırma kuvveti ile yüzdürülmesi mantığından yola çıkarak inşa edilen yüzen otel deneyimi dünyada sadece The Marmara Antalya'da yaşanabiliyormuş.
Otel, 2005 yılında, Fransız mimar Christian Allart tarafından konuklara yalın çizgiler eşliğinde rahatlık, dinamizm, estetik, konfor, teknolojinin bir arada sunulması ve günışığından maksimum ölçüde yararlanma hedefiyle dizayn edilmiş. Misafirler, evcil hayvanlarını da yanlarında getirebiliyor ve aynı odada konaklayabiliyorlarmış.
Geleneksel otellerden çok farklı konsepti ile dikkat çeken otelin kahvaltısını ve yemeklerini de başarılı bulduğumu hemen belirteyim. Örneğin cappucino balkabağı ile başlayan, ılık kılıç balığı carpaccio'yla (cevizli avokadolu roka salatası, jumbo karides, ballı turunç sos ile) ve porcini mantarlı risottoyla (akçaağaç şurubu glezeli ızgara bıldırcın göğsü, yeşil sos ile) devam eden bir akşam yemeği mönüsünde sorbemiz naneli mandalina granite, ana yemek ise ebegümeci yatağında grida şiş tabağıydı (güveçte rosemary ile tatlandırılmış patates tart, kaya tuzlu sote asparagus, limon kapari sos ile). Yemek, romlu turunç parfeyle (kremalı turunç sos ile) sona erecekti.
Bir öğleden sonra değişik konularda görev yapan 5 araştırma enstitüsü ve 1 ziraat okulunun birleşmesi sonucunda oluşmuş bir tarımsal araştırma kurumu olan 1936'da Atatürk'ün talimatıyla kurulmuş BATEM'e gidecektik… Meyvecilik, örtüaltı sebzcecilik, tarla bitkileri, süs ve tıbbi bitkilere ait 30'dan fazla türde ıslah, yetiştirme tekniği, bitki koruma ve bitki besleme araştırmaları yapan kuruluşta altıntop, kamkat, turunç, bergamut kabuğundan reçeller ve yöreye özgü pikan cevizleri tadacaktık…
Enstitü Müdürü Dr. Suat Yılmaz eşliğinde neredeyse 70 dönümlük bahçesinde yaptığımız kısa yürüyüş turunç, nar, ceviz, Trabzon hurması ağaçlarının gölgesinde sürecek, fidanlıkta benim İstanbul'a getireceğim hicran narını almamla sona erecekti.
Bir sonraki günde 4 çekerlerle Bey Dağları'na bin 500 metrelik tırmanış yaşanacaktı… Asfalttan çıkınca arazi viteslerine geçirdiğimiz araçlarda hoplaya zıplaya geçen yolculuk, kısmen antik Likya'nın halen varolan yürüyüş yollarında sürecek, dağların ıssız bir noktasında çınarlar altında Aşçıbaşı'mız Murat'ın hazırladığı barbekü ile taçlanacaktı…
Ben, bu keyifli program arasında bir fırsat yaratacak, Antalya Arkeoloji Müzesi'ne gidecektim… Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü' nce yapılan onarım ve teşhir tanzim çalışmaları sonucu müze, 1985 Nisan ayında çağdaş anlayışa göre düzenlenen yeni şekliyle tekrar hizmete girmişti. 13 teşhir salonu, çocuk bölümü ve açık hava galerilerinden oluşan müzedeki yolculuğumu da Salı günü anlatmak istiyorum...