ANSİAD’da bireysel sorumluluklarımızı da tartıştık (2)
Antalya’da ANSİAD toplantısında paylaştıklarımızın ilkesel çerçevelerini ve metodunu açıklamayı bile tek bir köşe yazısına sığdıramadık. Önceki yazıda, neden enseyi karatmamız gerektiğinin gerekçelerinin başlıklarını aktardık. Kriz tartışmalarında sonuçlara aşırı değer verilirken süreçleri ihmal etmenin yarattığı “boşlukların” neler olduğuna değindik. Bu yazıda da, ekonomide yaşanan sorunları ve alınması gereken önlemlerin “sistem kurallarıyla çatışma”, ”Türkiye’nin derin gündemi” ve “bireysel sorumluluklarımız” bağlamlarını ele alacağız.
Sistemlerin ödeteceği bedel
Ekonomide bugün yaşadıklarımızı “içeriği açıklanmayan sözcük ve kavram-odaklı” tartışmanın bizi ortak bir anlayışa götürmediği çok açık ve net. Tartışmalarımızı neden-sonuç ilişkilerine dayalı analiz yapma ve bütünsel bakıştan ödün vermeme düzlemine taşımalıyız.
ANSİAD toplantısının ertesi günü katıldığım ISO Meclis Toplantısı’nda Başkanın ve Türkiye İş Bankası Genel Müdürü'nün “zor dönem” nitelemesini “kriz” olarak adlandırırsak, aklımızı krizleri çözmeye odaklarız. Olup bitenleri “manipülasyon” olarak algıladığımızda, ister istemez dikkatımızı dışarda bir sorumlu bulmaya yönelir; dikkat enerjimizi verimli kullanamama olasılığı artar.
Önerim, Uzakdoğu toplumlarının atasözüne uyulması: “Düşmanını öğretmen yapmasını bilen daha sağlam yollarda yürür.” Kullandığımız kavramların ileri-geri bağlantılarını gerekçeleriyle açıklar, neden kriz olduğunu, manipülasyon ise kimin nasıl yaptığını belgeleriyle ortaya koymalıyız. Boşlukta bırakılan kavramlar, kısa zamanda işimize yarasa da orta ve uzun dönemde kayıplarımızı artırır.
Bir ülkede hukuk devletinin egemen olduğunun önemli bileşenlerinden biri, yasaları eleştirebilirsiniz; ama yasalar yürürlükte olduğu sürece uymama hakkınız da lüksünüz de yoktur ilkesidir. Piyasa sistemini, onun akışlarındaki güç dengelerinin yarattığı çıkarları aşırıya kaçan anlayışla değerlendirenler vardır. Son çözümlemede piyasa sistemenin ve sermaye akışlarının eşitsizlik yaratması gibi olumsuzluklara karşı olabilir; gerekli mücadeleyi de yapabiliriz…
Ekonomilerde küresel bağlantıları yoğunlaşmasını ve derinleşmesini de dikkate alarak, piyasanın belirleyici kurallarıyla çatışmanın yaratacağı etkileri de enine boyuna hesaplamak zorundayız.
Bugünkü piyasa sistemin geçerli algısı, merkez bankalarının bağımsızlığına gölge düşürmemeyi gerektiriyor. Enflasyon üzerinde faiz uygulaması yapmazsanızı öneriyor. Döviz kurlarının serbestliğini, piyasa tarafından belirlenmesini dayatıyor. Sermayenin dolaşımındaki serbestlik ve getirisinin sahibine dönebilmesini önemsiyor. Borç stoku ile milli gelir oranı ile ödemeler dengesindeki cari açık milli gelir oranları ekonomideki kırılganlıkları artırıyor ya da azalatıyor.
Düşük ve orta teknolojilere dayalı üretim yapısı, borç bağımlılığını besliyor.Bir yandan birim satış fiyatlarını 3 dolar üzerine çıkaracak geleneksel teknolojilerde bir üst basamağa geçiş yatırımları gerekiyor; öte yandan sayısal teknolojinin yeni üretim, ulaşım ve iletişim dengeleri için ivedi olarak altyapı yatırımlarını yapma ihtiyacımız alabildiğine artıyor. Eğer sağlıklı bir gelecek inşa edeceksek, fiziki varlıklarımızı, ürün ve üretim yöntemlerini, finans yapısı ve araçlarını, hukuk sisteminin işleyişini, sosyal ve kültürel sistemin desteklerini, bilimsel ve teknolojik düzeyin birikimlerini, siyasal ve sınıfsal oluşumların bütününü dikkate alan yapısal reformlarlı dinamik bir anlayışla sürdürmemiz kaçınılmaz uygulamalar olarak görüyor.
Sistemin işleyişini belirleyen kural ve ilkelerle cebelleşirsek, bedellerini kimlerin ödeyeceğini de dikkate almamız gerekiyor.
Plan bilinci eksikliği
Ülkemiz ekonomisiyle ilgili bağımsız araştırmalar gösteriyor ki, plan disiplinine uyulduğu zaman ülkenin 80 yıllık büyüme ortalaması olan yüzde 5’in üzerinde bir büyüme sağlanıyor; ortalamada yüzde 7’leri bulan büyümeler gerçekleşiyor. Plan bilincinin ve disiplininin zayıfladığı dönemler, daha düşük büyüme yaratıyor.
Hukuk sisteminin bağımsızlığı ve işlerliği, kapsayıcı kurumların varlığı ve denge işlevini yerine getirebilmeleri ekonominin kırılganlıklarının düzeyini belirliyor.
Özgür ve özgün düşüncenin önünün açılması, inançtan düşünceye geçilmesi, topluluk ilişkilerinin toplum ilişkilerine dönüştürülmesi ekonomide sağlıklı büyümenin en önemli güvenceleri oluyor.
Türkiye’nin derin gündemi, mevcut sanayimizi bir üst basamağa taşıyacak ve orta gelir tuzaklarına düşürmeyecek olan düşük ve orta gelir teknolojilerin ileri teknolojiye taşıyacak ve sayısal teknolojiye uyum için gerekli altyapıyı oluşturacak “kapsamlı stratejiye” sahip olmaktır.
Özellikle bir konunun altını çizmeliyim : Bilgili ve temas halinde halkı olmayan toplumların kalkınma şansı yoktur.. Geleceği belirleyecek olan sayısal teknolojinin gereklerini yerine getirmek hayati öneme sahip…Bütün bunları sadece siyasi iradeden ve kurumlardan beklersek bir yere varamayız. Bireysel sorumluluklarımızı ve katkılarımızı sorgulamadan, işaret parmağımızla başkalarını suçlarken, üç parmağımızın kendimizi gösterdiğinin bilincine varmadan sorunlarımıza etkin çözümler üretemeyiz.
Özetlediğim konularla ilgili düşündüklerimi ayrıntılarıyla paylaşıyorum…Diyorum ki, benim doğrularımın ömrü, sizin beni ikna edeceğiniz noktaya kadardır…Gelin, önce kendi sorumluluklarımızdan başlayarak hatalarımızı tartışma özgüvenini gösterelim; birbirimizi anlamaya çalışalım.