Anlayana Türkiye'nin kodları...
Bugün size 2015 Türkiye’sinden biraz söz etmek istiyorum. Hani hepimiz yeni yıla doğru giderken planlar yapıyoruz, hedefler koyuyoruz ya, işte o hedefler, o planlarla ilgili bir şeylere değinmek istiyorum. Moda deyimle “Yeni Türkiye'ye” yakından bir bakalım diyorum...
İki hafta önce Soysal Danışmanlık tarafından düzenlenen Perakende Günleri 2014'te konuşan ve konuşmasının sonunda perakendeciler tarafından neredeyse ayakta alkışlanan Bekir Ağırdır'ın söylediklerine bu ülkede iş yapan her yöneticinin, özellikle de pazarlamacıların kulak vermesinde büyük yarar var.
Ağırdır'ı sanırım yaptığı işlerden ve televizyonlardaki tartışma programlarından çoğunuz tanıyorsunuz. İş dünyasının ciddi entelektüel birikime sahip profesyonellerinden biri, araştırma Şirketi KONDA'nın da genel müdürü. Ağırdır, Türkiye'de iş yapan yöneticilerin ülkeye “kendi akvaryumundan” bakmaması gerektiğini söylüyor ve kabul ettiğimiz pek çok doğrunun aslında yanlış olduğunu dile getiriyor. Klasik deyimle ülke gerçeklerine “Taksim-Maslak” hattından bakmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Türkiye'nin siyasetini de, ekonomisini de belirleyen beş büyük sosyolojik dip dalgasından söz eden Ağırdır, bunların başında göç olgusunu ortaya koyuyor. Göçün yalnızca kentleri kalabalıklaştırıp trafik veya konut sorununa yol açmadığını, bildiğimiz bütün davranış kodlarını, ahlaki kodları, davranış tercihlerini değiştirdiğini belirten Ağırdır, göçün daha iyi bir hayata ulaşma arzusunu bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Türkiye'de 53 milyon olan 18 yaş üstü nüfusun 27 milyonunun son 30 yılda göç etmesi gibi, aynı dönemde hiç bir modern batı toplumunda görülemeyecek devasa bir insan hareketi yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bekir Ağırdır, şimdiye kadar ekonomik nedenlerle gerçekleşen bu hareketin, bundan sonra iklim değişikliği ve kuraklık gibi zorunlu nedenlerle, artarak süreceğini söylüyor.
Ağırdır'a göre ikinci toplumsal dip dalga ise metropolleşme. 1950'de 21 milyon olan toplam ülke nüfusunun yüzde 75'i köylerde yaşarken, şu anda nüfusun yalnızca yüzde 20'si köylerde yaşıyor. 10 yıl sonra ise bu oran yüzde 10'a gerileyecek. Ancak daha da önemlisi “Kentleşme” kavramıyla “Metropolleşme” kavramlarının birbirinden tamamen farklılaşması. Ağırdır, İstanbul gibi metropollerin sağlık, asayiş gibi göstergelerinin diğer kentlerle hiç ilgisi olmadığını, metropol kavramının sanayi toplumunun bilinen kent sosyolojisini alt üst ettiğini belirtiyor. Burada altını çizdiği önemli nokta ise eskiden göç edenler kentin ritmine, kurallarına uymaya hazır olarak kente gelirken, şimdilerde metropollere göç edenlerin, metropolün kendisini kabul etmeyeceğini bilerek öfke ve hırs dolu gelmeleri.
Üçüncü önemli dip dalga ise Türkiye'de halen, “Birey”in değil “Aile”nin belirleyici olması. Özellikle iş dünyasının ve pazarlamacıların birey üstünden toplumu okumaya çalıştıklarına değinen Ağırdır, Toplumun yüzde 80'lik bölümünün kararlarında ailenin birinci derecede rol oynadığını belirtiyor. Benzer şekilde “Y kuşağı” kavramının da bir ezber haline getirildiğini, Türkiye'deki 19 milyon gençten yalnızca 2 milyonunun Y kuşağı olarak tanımlanabileceğini ifade ediyor. Türkiye'de “Özne”nin hala aile olması da hiç şaşırtıcı değil aslında. Eğitim ve ekonomik düzeyin düşüklüğü ailelerin daha iyi bir hayatı çocukları üzerinden hayal etmelerine neden oluyor. Ağırdır, bu durumu “Her aile çocuğu üzerine yatırım yaparken aslında çocuğu için bir fedakarlık yapmıyor. Aya gitmek için roket inşa ediyor” benzetmesiyle açıklıyor. Kısaca, ailelerin ortalama fert sayısı giderek azalsa da duygu dünyamızdaki aile kavramı ağırlığını kaybetmiyor.
Dördüncü nokta ise muhafazakarlıkla ilgili. Bekir Ağırdır, toplumun muhafazakar olduğunu, ancak muhafazakarlığı da tek tip kabul etmenin yanlış olduğunun altını çiziyor. Dinden kaynaklanan muhafazakarlıkla geleneklerden kaynaklanan muhafazakarlık çok farklı toplumsal sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin kadına yönelik şiddetin esas kaynağını din değil, geleneksel değerler oluşturuyor. Zira toplumda “Şeref, haysiyet” gibi kavramlar hala kadın üzerinden tanımlanıyor, tarif ediliyor. Türkiye toplumu kabaca modernler, geleneksel muhafazakarlar ve dindar muhafazakarlar olarak üçe ayrılsa da her bir grup içinde farklı alt gruplar yer alıyor. Hayat tarzımızın belirleyicisi de yalnızca eğitim ve gelir düzeyimiz değil. Eğitim ve gelir düzeyimiz yükselse de yüzde 80'imiz bayram tatilinde tatil beldesine değil, doğduğu toprağa veya ailesine gidiyor. Bu nedenle toplumsal kümelere daha yakından bakıldığında, örneğin KONDA'da 34 ayrı gruplama yapabildiklerini söylüyor Ağırdır.
Beşinci ve çok önemli bir başka dip dalga ise toplumdaki kutuplaşma. Türkiye'de siyasi kutuplaşma öyle bir noktada ki, yalnızca siyasi tercihlerle sınırlı kalmıyor, kişisel tercihleri de belirler duruma geliyor. Ağırdır'ın verdiği bilgiye göre Türkiye'de her dört tüketiciden birinin, markete girdiğinde kendi kimliğine muhalif diye tanımladığı ve siyasi tercihlerinden dolayı “bedava olsa evime sokmam” dediği bir ürün veya marka bulunuyor. Bu gerçekten Ağırdır'ın da dediği gibi çok önemli ve yönetilemez bir nokta.
2015'e girerken, yeni planlar yaparken, hedefler koyarken, her yöneticinin, pazarlamacının ve tabii siyasetçinin, Ağırdır'ın tespitlerine kulak vermesi ve bunlar üzerine kafa yorması gerekir diye düşünüyorum.