Anlayana sivrisinek saz...

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

 

Geçtiğimiz hafta genelinde finansal piyasalarda yaşanan eğilimlere baktığımızda riskten kaçınma eğiliminin yeniden güçlendiği, kırılganlığın artmaya başladığı dikkat çekti. Durum böyle olunca dikkatler merkez bankalarının ne yapacağı veya yapmayacağı üzerine odaklanmaya devam etti. Kronikleşen durgunlaşma eğilimine bağlı olarak mevcut sorunların ağırlaşmayı sürdürüyor olması genel bir güvensizlik yaratıyor. Merkez bankaları olumsuz algılamaları azaltmak ve zaman kazandırmak adına parasal genişlemeye gidiyor ve topu iş dünyası ile siyasilere atıyor; fakat bir yandan talebin daralıyor olması diğer yandan siyasilerin geniş seçmen kitlelerinin desteğini kaybetmesi nedeniyle bir şey yapılamıyor; sorunlar ağırlaştıkça parasal genişlemeye bağımlılık artıyor ve eşanlı olarak istikrarsızlık potansiyeli büyüyor. Basiretsizlik kol geziyor, içine düşülen kısır döngüden çıkılamıyor.

Son altı aylık dönemde Euro Bölgesi'nde yaşanan gelişmeler hem mevcut kısır döngüyü özetliyor hem de geleceğe yönelik kırılganlık ve güvensizlik konusunda net bir fikir veriyor. Tüm üyelerin sorunlu hale geldiği bir yapıda hiçbir şey olması gerektiği gibi yürümüyor, çıkar çatışmalarının ortaya çıkması ve sorunların daha da ağırlaşmasına sebep olması önlenemiyor. Sorunlara kalıcı çözüm üretmeye çalışmanın devasa maliyeti göze alınamıyor, hal böyle olunca teknokratlar ile siyasiler arasındaki görüş ayrılığı büyüyor; giderek büyüyen çaresizlik daha önce olmaz denilen yaklaşımları zorunlu olarak gündeme getiriyor fakat güven bunalımı daha da derinleşmiş olduğu için pek bir işe yaramıyor. Herkes kendi başının çaresine bakmaya karşı taraftan taviz koparmaya çalıştıkça geleceğin kararması kaçınılmaz hale geliyor. Seçmenlerin her şeyi bilmesi istenmiyor, her şeyi bilenler arasındaki suç ortaklığı ve birbirlerine karşı büyüyen güvensizlik merkez bankalarının yıpranarak itibar kaybetmesini gündeme getiriyor. Sonuçta herkesim bindiği dalı kesmek konusunda birbirleri ile yarışmaktan vazgeçemiyor...

Avrupa Merkez Bankası daha önce yapmaktan kaçındığı şeyi yapıyor: Mali sistemi rahatlatmak, risk alma isteği yaratmak adına açtığı 3 yıl vadeli ihaleleri ile piyasaya 1 trilyon euronun üzerinde likidite veriyor. Artık topun bankacılar ve siyasilerde olduğunu söylüyor. Fakat bankalar yapılması gerekenlere geniş kesimlerin karşı çıkacağını ve bu nedenle siyasilerin inisiyatif kullanamayacağını bildiği için bekleneni yapmıyor; bu durumu risklerini azaltmak daha olumsuz duruma düşmekten kaçınmak için son fırsat olarak görüyor ve umulanın tam aksini yapıyor. Devlet tahvillerine yeterli ve gerekli ilgiyi göstermiyor, kredi hacmini durgunluğun derinleşmesini önleyecek şekilde genişletmiyor. Kimsenin almak istemediği riskleri merkez bankalarının almasını veya siyasilerin başka bir çözüm bulmasını bekliyor. Siyasiler durumu görmezden gelince merkez bankası yeniden eyleme zorlanıyor. Herkes kendini diğerlerinden daha akıllı gördükçe ve önce ben dedikçe çaresizlik bataklığı genişliyor. Aslında herkes biliyor: Merkez bankası tahvil almaya başlar ise euronun değer kaybı hızlanacak ve enflasyon baskısı yükselecek, merkez bankasının itibarı hızla eriyecek ve felakete koşulacak! Fakat bunun olmasını istemeyenlerin hem kendilerine hem de birbirlerine olan güvensizliği durumun daha farklı bir şekilde gelişmesini engelliyor. Yine hepsi biliyor yıkıcı bir değişim dalgasının yola çıktığını ve bunu terse çevirecek bir güce sahip olmadıklarını, geniş kesimlere anlatılan masalların gerçeklerle bir ilgisi bulunmadığını...

Bu aşamada sormak gerekiyor kendi insanlarına ve kurumlarına güven veremeyenlerin küresel düzeyde caydırıcılığı ve itibarı olur mu? Bu durumda olanlar birbirine güvenir ve küresel soruna küresel çözüm adına kapsamlı bir uzlaşıyı başarabilir mi? Yine sormak gerekiyor normal dönemde olumlu sonuç veren yaklaşımlar sorunların ağırlaştığı ve çıkar çatışmasının derinleştiği ortamda nasıl neticelenir?

Yukarıda yazdıklarımız doğal olarak tüm diğer ekonomiler gibi Türkiye ekonomisini de etkiliyor. Ocak-şubat dönemine ilişkin ödemeler dengesi verileri durumu net bir şekilde ortaya koyuyor: Dış finansman ihtiyacı karşılanamıyor, rezervlerden kullanılıyor; döviz kuru ve faizlerin yükseliş eğiliminde olması ihtimali arttıkça kırılganlık sinsice tırmanıyor, makroekonomik göstergelere ilişkin beklentilerin bozulması engellenemiyor. Küresel düzeyde riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesi ve güvensizliğin artması Türkiye'yi diğer gelişmekte olan ekonomilere göre daha olumsuz etkiliyor. Son on yılda alınan risklerden öncelikle kaçınılıyor olması, son on yılın genel eğilimlerini tam aksi yönde değişmeye zorluyor. Orta ve uzun vadeyi, sürdürülebilirliği ihmal etmenin bedeli sorunlarla birlikte ağırlaşıyor. Küresel koşullar bu kadar olumsuz hale gelmeden bir şeyler yapmak, yapılanlardan kısmen de olsa sonuç almak mümkün olabilirdi!.. Fakat artık çok geç: Saadet zinciri çatırdarken, can havli ile yapılanların sonucu evdeki hesaba uymayabilir...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar