Anlamak ancak pozitif gerçekçilikle mümkün
Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Savaş Özaydemir, bir başka konuyu konuşurken, sözü Kemal Derviş’in geçen hafta DÜNYA’da çıkan yazısına getirdi...
“Ben de benzer düşünüyorum” dedi “2015’te önemli sıkıntılar yaşanabilir. Bu yedi yılda bir büyük sıkıntı döngüsüne de denk düşüyor…
“Nasıl yani” diye sordum…
“2015’ten 7 yıl geriye git, 2008 krizi… Bir 7 yıl daha git, 2001 krizi… Bu tarihler hem dünyada hem bizde önemli sıkıntılara neden olmuştu…”
★ ★ ★
2001’den 7 yıl daha geriye gittim; 1994… 5 Nisan Kararları’nın alındığı kriz yılı…
Bir 7 yıl daha gittim; 1987…
Dünya borsalarının altüst olduğu Kara Pazartesi’nin yaşandığı yıl...
“Eski Mısır’daki 7 yıl bolluk, 7 yıl kıtlık dönemi gibi mi?” diye sordum Özaydemir’e…
“Valla sen nereye bağlarsın bilmem ama Derviş’i okuyunca aklıma geldi” dedi…
★ ★ ★
Firavunla Yusuf Peygamber’in öyküsünü bilirsiniz… Dördüncü Amenhotep, rüyasında Nil’den 7 güzel ve semiz inek çıktığını görür. Bunlar sazlıklar arasında dolaşırken, arkalarından gelen 7 çirkin ve cılız inek onları yer. Firavun telaşla uyanır. Bir müddet sonra yeniden uykuya dalar ve bir rüya daha görür. Bu kez bir sapın ucunda 7 güzel ve dolgun başak biter. Sonra da cılız ve rüzgarın kavurduğu 7 başak ortaya çıkar ve dolgun başakları yutar…
★ ★ ★
Firavun iyice telaşlanır...
Mısır’daki tüm kahinleri çağırtır. Ancak hiç biri rüyayı yorumlayamaz. Bunun üzerine, o sırada bir iftira nedeniyle 7 yıldır zindanda tutulmakta olan Yusuf huzura çağrılır. Yusuf, rüyanın 7 yıl bolluk olacağına, arkasından gelen 7 yılda ise çok şiddetli kıtlık yaşanacağına işaret ettiğini söyler ve firavuna bolluk yılları süresince ürünlerin beşte birini saklamasını tavsiye eder. Kutsal kitaplarda da yazıldığı gibi, Firavun, Yusuf’a inanır. Bolluk yıllarında ambarları doldurur. Öngörü tutar. Ardından gelen kıtlık yıllarında Mısır halkı açlıktan kırılmaz…
★ ★ ★
Yöneticilerimiz bugün bu hikayeden alınacak yeni ders bulurlar mı, bilmem…
Ama son dönemde, sıkıntıların biriktiği yönünde uyarılar artıyor…
Özaydemir’in bahsettiği, Kemal Derviş’in DÜNYA’da yayınlanan “Büyük bir çöküntü?” başlıklı yazısı da bunlardan biri…
1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yıl dönümünün ‘büyük riskleri düşünmek için uygun bir zaman’ olduğuna dikkat çekiyor Derviş ve şöyle diyor: “Piyasalar ve ekonomik faaliyetler inanılmaz boyutta politik stres ve belirsizliğe direnebilirler. Ta ki, uluslararası düzenin çöktüğü noktaya kadar…”
★ ★ ★
Bugün dünya piyasalarında hava her şeye rağmen iyimser sayılabilecek bir atmosferde…
Masum insanların havada vurulmasıyla farklı bir boyuta gelen Ukrayna krizi…
Binlerce sivilin öldürüldüğü ve belki de son 30 yılın en kötü noktasına tırmanan İsrail-Filistin çatışması… Orta Doğu’da giderek yaygınlaşan kaos… Güney ve Doğu Çin Denizi’nde gerilim…
Finansal piyasaların pek umurunda değil gibi…
Oysa Derviş, dünyanın birbiriyle topyekun savaşa tutuştuğu yüzyıl öncesini anımsatarak, “Ağustos 1914’ü düşünmek bize büyük felaketlerin adım adım maddileşebildiğini hatırlatmalı” diyor…
★ ★ ★
Yazarımız, Güven Sak, Malezya Havayolları’na ait MH17 sefer sayılı uçağın düşürülmesinin önümüzdeki döneme etkilerini tartışıyordu dünkü yazısında… “Irak’ta yükselen IŞİD terörü insanlık dışıdır. İsrail’in Gazze operasyonu kötüdür” diyor Profesör Sak, “Ama her iki olay da MH17’nin düşürülmesi kadar önemli değildir… MH17 hadisesi, Türkiye dahil pek çok ülkenin büyüme oranını aşağıya çekebilecek nitelikte büyük boyutlu bir hadisedir. O nedenle ayrıca da kötüdür…”
★ ★ ★ Türkiye Ekonomik ve Politik Araştırmalar Vakfı Direktörü Prof. Dr. Güven Sak’a göre, Nobel ödüllü iktisatçı Michael Spence’in “küresel güvenlik açığı bu dönemde büyüme için en büyük tehdittir” sözünü daha fazla dikkate almalıyız…
Bir başka yazarımız Uğur Civelek, “Arap Baharı’nın sürdürülebilir olmayan eğilimler bakımından bir çeşit milat olduğunu hiç aklınızdan çıkartmayın” diyor dün gazetemizde yayınlanan “Önemsenmeyen Gerçekler Peşimizi Bırakmayacak” başlıklı yazısında…
★ ★ ★
Örnekleri artırmak mümkün… Ama sanıyorum, dert anlaşılmıştır. Derdimiz, asla ‘felaket tellallığı’ yapmak değil. Biz, kötümserlik yaymayacağımız gibi iyimserlik de pompalamayız...
İki nedenle; birincisi, gazeteciliğin objektifl iğine uymaz…
İkincisi, her iki yaklaşım da bizi de, okurlarımızı da gerçeklikten koparır…
Ruh halimize göre birinden birine meyletmek geleceğin risklerine karşı hepimizi korunmasız bırakır… En iyisi gerçeğin kendisidir. Onun için sorunların belirlenmesinde alabildiğine sorgulayıcı olmayı, çözüm aşamasındaysa sonuna kadar pozitif bir yaklaşımı benimseriz…
★ ★ ★
‘Aklın yolu birdir’ diye bir sözümüz var. Gerçekten de, fikirler aynı kişilerden, aynı yerlerden çıkmasa da eğer doğrularsa sonuçta aynı yere varıyor…
Bilim dünyasına bakın… Bir konu bazen uzun yıllar tartışılıyor ama sonunda eğrisi doğrusunu buluyor… Olaylar, bir yere kadar eğilip bükülebiliyor, bir yerden sonra gerçekler ağır basıyor…
Önemli olan sapla samanı mümkün olduğunca önceden ayırabilmek… Bunu nasıl yapabiliriz? Gözümüzün önünde olup bitenleri hem işimize gelmiyor diye görmemezlikten gelip, hem de sorgulayanları “felaket tellallığı” ile suçlayarak mı? Omuzlarımızın üzerinde kendi kafamızı taşıyorsak neden korkuyoruz ki?