Ankara Müzik Festivali'nde...
26. Uluslararası Ankara Müzik Festivali programındaki yirmi etkinlikten, bu sene ancak ikisini izleme fırsatı bulabildim: Akrobasinin, dansın şiirsel bir anlatım ile inanılmaz bir gösteriye dönüştüğü Kataklo'nun performansı ve Wiener Kammersymphonie... Orkestra, Viyana'nın büyük topluluklarında yer alan önemli müzisyenlerden oluşuyordu. Programlarının ikinci bölümünde, genç kuşak yeteneklerimizden kemancı Atilla Aldemir'e eşlik ettiler.
Bu konserler nedeniyle, geleneksel "festival için Ankara" yolculuklarımdan birisini daha gerçekleştirdim. Belki de deniz olmadığından kendime uzak hissettiğim bu kenti son yıllarda bana sevdirenler sevgili Pınar Alpay ve eşi Özgür Yüksel; bir de Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın gerçekleştirdiği bu müzik festivali... Kentlerin kendileri değil, oralarda yaşayanlardır onları sevdiren yaklaşımına İstanbul, İzmir, New York ve Londra'ya yakınlığım nedeniyle pek aldırmıyorsam da; Ankara için bunun doğru olduğuna inandım...
Üç gün üç gece keyifli, dolu dolu geçiverdi onlar sayesinde...
Kataklo'nun performansı öncesinde Festival Koordinatörü Elif Başman'la sohbet ettik konser salonunda. Sponsorların sayısında ve katkı paylarında yaşanan düşüşün nedenleri üzerine konuştuk. Bu durumun, ülkemizdeki bütün sanatsal ve kültürel faaliyetler için geçerli olduğundan; ne yazık ki en önce bu alanlardan tasarruf edildiğinden yakındık birlikte... Hatta seçimlerin bile sponsorluk müessesesini etkilediği saptamasında birleştik...
Festival, "ayağını yorganına göre uzatarak" iyi şeyler yapmayı sürdürecek önümüzdeki yıllarda da. Sohbetimiz sırasında bu sene gitmeyi çok istediğim, ancak zamansızlık nedeniyle katılamadığım etkinliklerden birisi olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki konserden söz etti Elif Hanım... Çok iyi geçtiğini söyledi ve önümüzdeki festivallerde de oradaki salonun kullanılmaya devam edilmesinin düşünüldüğünün müjdesini verdi.
Slovenya'nın ünlü arp sanatçısı Mojca Zlobko-Vajgl'i, Slovenya Filarmoni Orkestrası'nın başkemancısı olan ve Yugoslavya döneminde birçok prestijli yarışmalarda ödül alan Miran Kolbi ile birlikte orada dinleyememiştim bu kez, ama önümüzdeki yıl, başka sanatçıları müzenin büyülü ortamında izleme şansım olacaktı...
Bu seneki Ankara yolculuğumun güzel yanlarından bir diğeri, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın, Ankara Kalesi'ndeki konuk evinde kalmamdı. Vakıf, Selçuklu devrinde 1198 yılında inşaa edilen Alaaddin Camii'nin karşısında bulunan 19. yüzyıl sonu iki özgün Ankara Kalesi evini almış ve restore ederek altı adet yüksek standartlı mini süit içeren konuk evine dönüştürmüştü.
Hemen Ankara Kalesi'nden de bahsetmeliyim. Kale, Hititliler zamanından kalma. Bizanslılar zamanında büyütülmüş, onarılmış. 1073 yılında Selçukluların eline geçmiş. Kalenin içinde altmış kadar ev, su sarnıçları, üç cami ve yüz yetmiş çeşme var.
Konuk Evi'nin elli metre ötesinde, sur duvarlarına yaslanmış bir binada Ankara manzarasına hakim And Cafe bulunuyor yine Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın restore edip işletmeye açtığı. Alt kat sanat galerisi, üst katta cafe. Kahve salonunun önündeki verandada oturup bir bahar gününde surların üzerinden bir müddet Ankara'yı seyretmenin keyfini de yaşadım bu gidişimde...
Sonra, Çengelhan'da açılan Rahmi Koç Müzesi'nin Ankara şubesine doğru yürüdüm. Saat geç olmuştu. Müzeyi gezmeyi bir başka festivale bırakıp konsere yetişebilmek için Samanpazarı'na doğru yokuş aşağı yürüdüm. Yol üzerindeki binalar restore edilmişti. Caddenin o salaş hali kalmadığından mı nedir biraz yadırgadım. Yolun iki tarafına serpilmiş antikacı dükkânları yerinde duruyordu neyseki.
Annemi düşündüm, genç kızlığında Samanpazarı'nda oturduklarını anlatmıştı. Onunla buraları gezememiştik. Bir kez daha burnumda tüttü. Özlem, yüreğimi derinden sızlattı...