Anemonlar
Sağımda, çok aşağılarda lacivert deniz sanki soluk soluğa kayalara vuruyor; sonra köpükleniyor, hiddetini artırıp yeniden yükleniyor kıyıya... Bir daha, bir daha... Biteviye...
Serin, iç ürperten rüzgârın uğultusuyla dalgaların sesi birbirine karışıyor...
Solumdaki ormanda otlar, çiçekler, ağaçlar bir o yana bir bu yana savrulup duruyorlar...
Gökyüzü ise masmavi, o pırıl pırıl berrak sonsuzlukta beyaz bulutlar kuzucuklar gibi koşuşturuyorlar...
Havada ot, çiçek ve iyot kokuları...
Ege'ye bahar çoktan gelmiş...
Yürüyorum dağlarda yine bir efsaneye doğru...
İşte! İşte zambakların arasına uzanmış yatıyor Adonis... Kasığındaki yarası hâlâ kanıyor ılık ılık... Ve anemonlar (Manisa veya bir diğer ismiyle dağ laleleri) tomurcuklanmışlar orada... Bir de kırmızı gül açmış ki sevgilisinin yanına koşan Afrodit'in ayağına batan dikenin akıttığı kanla boyanmış...
Kışın yer altında saklanan her şey baharla birlikte yeryüzüne geri dönmüş... "Adonis bahçeleri"nden bereket taşıyor dünyaya... Ve ümit ediyorum ki yaşamlarımıza... Yalnız tarlalara değil, saksılara da tohumlar ekiliyor, bahar bayramı kutlanıyor evlerin balkonlarında, çatı katlarındaki teraslarda... Çiçeklerin yanında domates, biber, marul, roka fideleri de fışkırıyor toprağın içinden...
Adonis ise bütün bu gerçekleşenlerin nedeni olmanın kıvancı yüzüne yansımış katmerli, katmersiz; beyaz, pembe, mor, kırmızı, yapraklarının dipleri halkalı anemonların arasında bütün güzelliğiyle öylece uzanmış yatıyor... Artemis'in üzerine saldığı yaban domuzu ile boğuşmasının izleri daha taptaze duruyor buğular tüten toprağın üzerinde...
Biraz ötede, içinden çıktığı Mersin ağacı, Afrodit'in beyazken kanla kırmızıya dönüşmüş gülü ile birlikte ağlıyorlar ardından... Doğa, daha da coşuyor toprağa değen her gözyaşı damlası ile... Anemon tarlaları oluşuyor sonsuz, upuzun, rengârenk...
Bahar coşku demek, sevinç demek... Umutların yeşermesi, çiçek açması...
Efsane de çiçeklere dönüşmemiş mi? Binlerce yıldır açan anemonları gördüğümüzde içimizde bir şeyler kıpırdamıyor mu? "İşte yine bahar geldi." diye sevinmiyor muyuz? Karların henüz kalkmadığı dağlara tırmandığımızda orada yaptığımız kardanadamların yanında kendiliğinden biten dağ lalelerini görmek, beyazla renk cümbüşünün birlikteliğini yaşamak harika değil mi? Kışa veda ederken Adonis'in hüzünlü sonunun insanlık tarihi için her yıl baharlar açtırmasının keyfini sürmüyor muyuz?
Ama hayaller, hayaller bir yere kadar. Yavaş yavaş yerini gerçekler alıyor, efsaneleri rüzgâr alıp götürüyor… Geriye kalan onun uğultusu, hırçın çatlamaları dalgaların yeniden duyulmaya başlıyor… Efsanenin bir kez daha yaşandığı o büyülü sahne yavaş yavaş silinip yerini anemon tarlalarının ruh okşayan görüntülerine bırakıyor...
O rengârenk anemon tarlaları ki anavatanı Anadolu. Ne yazık ki 120 kadar çeşidi olmasına rağmen, onun da nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya… Koruma altında. Örneğin, Manisa’nın eteklerine kurulduğu Spil Dağı Milli Parkı’nda bin 250 metre yükseklikte yetişen Manisa lalelerini koparmanın, 50 bin liraya yakın cezası var…
Onları, aslında bütün doğayı gidip yerinde sevmenin güzelliği tüm yüreğimde, denize doğru iniyorum daracık patikalardan… Lale tarlaları kaybolmaya başlarken son kez onlara dönüp avazım çıktığı kadar bağırıyorum: Hoş geldin bahar!