Anayasa'yı kanun ile aşamayınca...

Taylan ERTEN
Taylan ERTEN ANKARA'dan [email protected]

ANKARA'dan / Taylan Erten [email protected] "Velev ki siyasi simge" niteliği Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından da "doğrulanan" türban, bugün ve cumartesi günü TBMM'de AKP-MHP ittifakının beklemediği bir aksilik olmazsa, "yüksek öğretimde kılık kıyafet serbestliği"yle örtülü "anayasa hükmüne" dönüşecek. Bu, Türkiye'nin son 80 yıllık tarihinde bir ilk. "Mikro Politika" sayfamızda belirttik: Milli Mücadele döneminin anayasası olan 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nda (Anayasa) din çağrışımlı tek madde yok. 1924 Anayasası'nda ise ömrü 4 yıl süren şu madde var: "Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslâmdır." Bu madde 1928 yılında yapılan değişiklikle 1924 Anayasası'ndan çıkartılacak; 1937 yılında ise "lâiklik" ilkesi 2. madde olarak Cumhuriyet Devleti'nin temel niteliklerinden biri olarak metne girecektir. Sonra, 1961 ve 1982 anayasaları geliyor. Bunlarda da "lâikliği" doğrudan veya dolaylı "sendeletecek" herhangi bir hüküm bulamazsınız. Aksine, "lâiklik", temel ve dokunulamaz bir ilke olarak her iki anayasanın bütünü içinde diğer ilintili bölüm ve maddelerle güvence altına alınmıştır. Kanunlarla olmadı... Türbanın "sıkmabaş" tabiriyle Türkiye gündeminde belirdiği an, Cumhuriyet'in lâiklik temel ilkesinin "zembereğinden" boşalmaya başladığı andır. 1970'li yılların başından söz ediyorum. Cumhuriyet'in lâik anayasal düzeninin, "siyasi simge türbanla" resmen zorlanmaya başladığı ânın başlangıcı ise, Turgut Özal'ın başbakanlığındaki Anavatan Partisi Hükümeti'nin 1988 yılında Yüksek Öğretim Kanunu'na 3511 sayılı kanunla eklediği "yüksek öğretimde türban serbesttir" maddesidir. O dönemin "tek başına iktidarı" ANAP'ın bugünkü gibi yoğun tartışma ve tepkilere yol açan girişimi 1989 yılında Anayasa Mahkemesi'nden döndü. Yüksek Mahkeme'nin iptal kararı gerekçesinden çarpıcı bir paragrafı aktarmalıyım ki, lâik Cumhuriyet hukukunun "türbana" nasıl baktığı hatırlansın: "Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim-öğretim alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından da üzerinde önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizse, öğretim ve eğitim alanında da din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve Cumhuriyet'in özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlılık ve özenle korunması Anayasa gereğidir. Dersliklerde ve ilgili yerlerde dinsel inançları simgeleyen belirtilerden uzak kalınması zorunluluğu nedeniyle yüksek öğretim kurumlarında dinsel gereğe bağlanan başörtüleri lâik bilim ortamıyla bağdaştırılamaz." Bu iptal kararına rağmen türban girişimleri durmadı. 1990 yılında dönemin iktidarı yine YÖK Kanunu'na bir madde ekleyerek şans denedi: "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir." Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi de ilkinden daha kapsamlı bir gerekçeyle iptal etti. Ardından, Danıştay'ın bazı bireysel davalarla ilgili aynı yöndeki kararları geldi. Sıra anayasada... AKP-MHP türban ittifakı, bugün, kanunların yetmediği yerde anayasayı devreye sokarak yeni bir çığır açıyor. Durum, tam da DSP Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli'nin vurguladığı gibidir: Anayasalarına, çağdaş rejimlerine sadık hiçbir ülkede, anayasalara, rejimin temel niteliklerine aykırılığı açık bir siyasi talebi anayasayı aşarak kanunlaştırmak için, anayasa değiştirilmez! Cümledeki dolambaçlığın farkındayım. Ama, kabahat cümlede değil, cümleye konu olan "öznenin" garabetinde. Bugün TBMM'deki birinci turda AKP, MHP ve DTP'li milletvekillerinin oylarıyla açılacak "türbanlı çığırın", Türkiye'yi "çığrından çıkarmaması" herkesin ortak dileği. Ama ve ne yazık ki, bu iki partini liderlikleri anayasal, yasal ve siyasal tüm kural ve teamülleri zorladıklarının farkına varacak gibi görünmüyor. Bakalım belki AKP'de vardır ama, özellikle MHP'nin işe "gönlü ve aklı yatmayan" vekilleri ne yapacak? Doğrusu çok merak ediyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Atilla Karaosmanoğlu 13 Kasım 2013