Anayasa muhtırası
ANKARA'DAN/Taylan ERTEN Türkiye, çok "badire" yaşadı ve atlattı; ama böylesi hiç görülmedi. Cumhuriyet'in "...toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı (...) demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti" kimliği ve bu kimliğe "vücut" veren temel kurumları böylesine "pervasız" saldırılara uğramadı. Anayasa'nın "Başlangıç" bölümünde vurgulanan; "Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun (...) hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı" ilkesi, böylesine ihlal edilmedi. Yine bu bölümde vurgulanan: "Kuvvetler ayırımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu" ilkesi, böylesine "hiçe" sayılmak istenmedi. Bugün dünü aratıyor! Geçmişte, Anayasa'nın, "değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez" ilk 3 maddesinden 2'ncisini "arkadan dolanarak" değiştirme teşebbüsleri görülmedi değil. Bunu "torba kanun" maddeleriyle gerçekleştirmeyi deneyenler oldu. Ama, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Danıştay tarafından engellendiler ve orada durdular. Bugün ise Anayasa'nın "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez" 2'nci maddesinin "laiklik" özünü boşaltmak için Anayasa'nin "kendisi" değiştirildi. AYM buna da "dur" dedi. Ama, girişimin sahipleri, en azından öncekilerin zoraki de olsa gösterdiği "hukuka saygıyı" sürdürecekleri yerde, AYM'ne karşı bugüne kadar görülmedik, yaşanmadık bir kampanya başlattılar. AYM'nin 46 yıllık tarihinde 13 Haziran 2008 bildirisi gibi bir tepki hatırlanmıyor. Varsa bile, herhalde "hukuki eleştirilere hukuki cevap" sınırları içindedir. 13 Haziran bildirisiyse, iptal ettiği Anayasa değişikliğini gerçekleştirenlere, savunanlara yönelik bir "siyasi adap"; aynı zamanda, "kimyasını" değiştirmeye azmettikleri laik Cumhuriyet'e "sadakat" dersidir. Başka bir deyişle bir "Anayasa muhtırası"dır! Hukukun yalnızlığı... AYM'nde görev yapan hiçbir yüksek yargıçlar heyeti şimdiye kadar, eleştiri sınırları aşılarak açık saldırıya dönüştürülen böyle "kombine" bir kampanya ile karşılaşmadı. Çünkü, saldırılar, sadece iptal kararını hedeflemiyor. Bu karar ekseninde AYM'nin "tüzel" kimliğine, yargıçların "kişiliklerine" yöneliyor. Şu iki paragrafa bakar mısınız: "Mahkememizin manevi şahsiyeti, başkan ve üyelerin de özel hayatları dahil her türlü değerlerin hiçbir sınır tanımadan saldırıya uğraması, mahkeme mensuplarının hedef gösterilmesi, devam etmekte olan davaların sonuçları hakkında senaryolar üretilerek mahkemenin etki altına alınma girişimleri, eleştiri olarak nitelendirilemez." "Mahkemenin bu görevini yerine getirirken verdiği kararlara karşı insani ve ahlaki hiçbir değer tanınmadan pervasızca yapılan eleştiri ve açıklamaları kınıyoruz. Görülmekte olan davalar hakkında yazılan ve söylenenlerin Türk Ceza Kanunu kapsamında suç olduğu açık ve belli iken bu konuda yetkili ve sorumlu olanların hareketsiz kalması düşündürücüdür." Görülüyor: 13 Haziran bildirisi, Cumhuriyet'in, rejimin anayasal temel ilkelerini, hukukunu "en yüksek düzeyde" korumakla yükümlü AYM'nin, bugün yasama ve yürütmeyi oluşturanlarla "işbirliği" etmiş "bir kısım" muhalefet ve yandaşları karşısındaki "yalnızlığını" da belgeliyor. AYM'nin hissettiği bu son derece "dramatik" yalnızlık, sadece laiklikten değil aynı zamanda "hukukun üstünlüğü"nden "hukukun yalnızlığına" doğru zorlanan Cumhuriyet Türkiye'sinin tüm temel ilkeleriyle "bedenen" ve "ruhen" yalnızlaşmasıdır. Değilse, Yüksek Mahkeme bu konuda yetkili ve sorumlu olanlara, "hareketsizliklerinden" dolayı neden "sitemlerini" yollasın!