Ana gündemimiz aile mefhumunun korunması olmalı
Türkiye’nin ana gündeminde aile kurumunun karşı karşıya olduğu tehlikeler sıklıkla yer alıyor. Sadece çalışan ve üreten bir kadın olarak değil bir anne olarak bu gündemi çok yakından takip ediyorum.
Özellikle son dönemde sıklıkla karşılaştığımız kadına ve çocuğa şiddet olayları, genel ekonomik görünüm üzerinden konvansiyonel ve sosyal medyanın insan psikolojisi üzerindeki tahribatı, düşüncelerimi sıklıkla kadın ve ailenin kutsallığı konularına yönlendirmekte.
Rating kaygısının şiddeti körüklemesi
Günümüzün yaşam koşulları, teknolojinin de ivmelenmesiyle hem kolaylığı hem de bazı değerlerin hızlanarak, ticari bir hap şeklinde sunumunu beraberinde getiriyor. Emperyalizmin subliminal mesajlarını içeren Hollywood sineması gibi TV ve internet medyasında yer alan diziler de bugün şiddeti ve ahlaksızlığı halk kitlelerine dikte eder oldu.
Özellikle ergen çağdaki gençlerimizin bu tarz bir sözde sanat yapımından kendine rol model belirlemesi oldukça kolayken, bir taraftan da bu ürünleri ‘daha çok satar’ algısıyla pazarlayan kurumlara akçeli işler olarak geri döndüğünü gözlemliyorum.
Oysa bu tarz dizi ve yapımlar gençleri, çocukları zehirleyen ve yarınlarını karanlık kılan birer uyuşturucu gibidir.
Sadece şiddet değil aynı zamanda ailenin kutsallığı da bu yapımların kıskacında
Diğer taraftan bu yapımlardan hepsinin sadece şiddeti değil bazılarının da toplumsal değerlerimizi özellikle de ailenin kutsallığını hedef aldığını görüyoruz. Çok eşliliğin özendirilmesi, para ve ün kazanmak adına toplumsal değerlerimize ve insan onuruna yakışmayacak düzeyde aykırı hatta illegal hayatların özendirilmesi de cabası…
Ailenin korunması neden önemli?
Bir ulusun sağlıklı bir biçimde yaşamını devam ettirebilmesi, gerek psikolojik gerekse de fiziksel sağlığı yerinde yeni bireylerin ulus bilinciyle yetişmesiyle mümkündür. Bunun için de ebeveynlerin tam bir iyilik yani refah halinde olması esastır.
Oysa ülkemizdeki demografiye bakıldığında doğum hızının 1965’ten bu yana en düşük seviyeye gerilediği görülmektedir ki; bunun beka açısından ne denli bir risk unsuru olduğu da ortadadır.
Dolayısıyla kadın ve çocuk kavramını tek başına ele almaktan ziyade ekonomik koşullar, gelir dağılımı, toplumsal cinsiyet eşitliliği ve sosyal devlet gibi kavramları bir arada ele almamız gereken bir süreçten geçiyoruz.
Unutmamak gerekir ki; bir anne-baba; ne denli iş yaşamında elverişli koşullara sahip ve ne denli gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamada özgür olursa o denli sağlıklı bir psikolojiyle hareket edecek ve topluma sağlıklı bireyler yetiştireceklerdir.
Toplumun bütünlüğü için sağlıklı birey yetiştirilmeli
O nedenle “kadın ve çocuk meselesine” sadece korunması, kollanması gereken kesimler gibi değil de toplumun bütünlüğü ve varlığı için güçlü ve sağlıklı bireyler bağlamındaki politikaların odağı olarak bakış, temel argüman olmalıdır.
Son olarak, Batının servis ettiği aile ve bireycilik algısından kendimizi korumak zorundayız! Her toplumun kendine has kültürel özellikleri mevcuttur ancak teknolojinin gelişimi zaman içerisinde Batının emperyal güç olma hırsını medya ve günümüzde sosyal medya aracılığıyla da diğer toplumlara yansıtmaktadır. Şimdiki trendin de yaygın bir cinsiyetsizleştirme politikası üzerinden aile varlığını parçalamak olduğu gerçeğini kabul etmek ve bu konuda çocuklarımızı korumak zorundayız. Yine toplum ve birey açısından; Batının yıllardır süregelen aşırı bireyci yaklaşımının bizim toplumsal değerlerimize aykırı olduğunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız.