Ana gündemimiz aile mefhumunun korunması olmalı

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Türkiye’nin ana gündeminde aile kurumunun karşı karşıya oldu­ğu tehlikeler sık­lıkla yer alıyor. Sa­dece çalışan ve üre­ten bir kadın olarak değil bir anne ola­rak bu gündemi çok yakından takip edi­yorum.

Özellikle son dö­nemde sıklıkla karşılaştığı­mız kadına ve çocuğa şiddet olayları, genel ekonomik gö­rünüm üzerinden konvansi­yonel ve sosyal medyanın insan psikolojisi üzerinde­ki tahribatı, düşünceleri­mi sıklıkla kadın ve ailenin kutsallığı konularına yön­lendirmekte.

Rating kaygısının şiddeti körüklemesi

Günümüzün yaşam ko­şulları, teknolojinin de iv­melenmesiyle hem kolaylığı hem de bazı değerlerin hız­lanarak, ticari bir hap şek­linde sunumunu beraberin­de getiriyor. Emperyalizmin subliminal mesajlarını içe­ren Hollywood sineması gi­bi TV ve internet medyasın­da yer alan diziler de bugün şiddeti ve ahlaksızlığı halk kitlelerine dikte eder oldu.

Özellikle ergen çağda­ki gençlerimizin bu tarz bir sözde sanat yapımından kendine rol model belirle­mesi oldukça kolayken, bir taraftan da bu ürünleri ‘da­ha çok satar’ algısıyla pazar­layan kurumlara akçeli işler olarak geri döndüğünü göz­lemliyorum.

Oysa bu tarz dizi ve ya­pımlar gençleri, çocukları zehirleyen ve yarınlarını ka­ranlık kılan birer uyuşturu­cu gibidir.

Sadece şiddet değil aynı zamanda ailenin kutsallığı da bu yapımların kıskacında

Diğer taraftan bu yapımlar­dan hepsinin sadece şiddeti değil bazılarının da toplumsal değerlerimizi özellikle de ai­lenin kutsallığını hedef aldı­ğını görüyoruz. Çok eşliliğin özendirilmesi, para ve ün ka­zanmak adına toplumsal de­ğerlerimize ve insan onuruna yakışmayacak düzeyde aykırı hatta illegal hayatların özen­dirilmesi de cabası…

Ailenin korunması neden önemli?

Bir ulusun sağlıklı bir bi­çimde yaşamını devam etti­rebilmesi, gerek psikolojik gerekse de fiziksel sağlığı ye­rinde yeni bireylerin ulus bi­linciyle yetişmesiyle müm­kündür. Bunun için de ebe­veynlerin tam bir iyilik yani refah halinde olması esastır.

Oysa ülkemizdeki demog­rafiye bakıldığında doğum hızının 1965’ten bu yana en düşük seviyeye gerilediği gö­rülmektedir ki; bunun beka açısından ne denli bir risk un­suru olduğu da ortadadır.

Dolayısıyla kadın ve çocuk kavramını tek başına ele al­maktan ziyade ekonomik ko­şullar, gelir dağılımı, toplum­sal cinsiyet eşitliliği ve sos­yal devlet gibi kavramları bir arada ele almamız gereken bir süreçten geçiyoruz.

Unutmamak gerekir ki; bir anne-baba; ne denli iş yaşa­mında elverişli koşullara sa­hip ve ne denli gıda ve barın­ma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamada özgür olursa o denli sağlıklı bir psikolojiy­le hareket edecek ve topluma sağlıklı bireyler yetiştirecek­lerdir.

Toplumun bütünlüğü için sağlıklı birey yetiştirilmeli

O nedenle “kadın ve ço­cuk meselesine” sadece korunması, kollanması ge­reken kesimler gibi değil de toplumun bütünlüğü ve varlığı için güçlü ve sağlık­lı bireyler bağlamındaki politikaların odağı olarak bakış, temel argüman ol­malıdır.

Son olarak, Batının servis ettiği aile ve bireycilik algı­sından kendimizi korumak zorundayız! Her toplumun kendine has kültürel özellik­leri mevcuttur ancak teknolo­jinin gelişimi zaman içerisin­de Batının emperyal güç olma hırsını medya ve günümüz­de sosyal medya aracılığıyla da diğer toplumlara yansıt­maktadır. Şimdiki trendin de yaygın bir cinsiyetsizleştirme politikası üzerinden aile var­lığını parçalamak olduğu ger­çeğini kabul etmek ve bu ko­nuda çocuklarımızı korumak zorundayız. Yine toplum ve birey açısından; Batının yıl­lardır süregelen aşırı bireyci yaklaşımının bizim toplum­sal değerlerimize aykırı ol­duğunu da asla aklımızdan çı­karmamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar