Amerika’nın güneyi
Devletin zirvesi Amerika Kıtası'nın güneyine çıkartma yaptı. Rahmetli Turgut Özal zamanında başlatılan güzel bir uygulama çerçevesinde, iş dünyasının temsilcileri de bu çıkartmaya katıldı. Bu seyahate katılan iş dünyası temsilcilerinin, ümit var yorumları, aşağı doğru yönelen ihracat rakamlarımız için bir nebze de olsa nefes alma ortamı yaratacak gibi görünüyor. Bazı iş insanlarımız “Uzaklık ve Dil” sorunu üzerine yorumlar yapıyorlar ki bu konuda çok haklılar.
Dil açısından bakıldığında, bölge ülkelerininde ağırlıklı olarak İspanyolca konuşulduğunu görüyoruz. Brezilya ise Portekizce konuşulan bir ülke. Pazarlarla iletişim konusunda, yerel dillerin konuşulabilmesinin ne kadar önemli olduğunu yıllar önce tecrübe ile öğrenen birisi olarak, bu ülkelerde iş yapabilmek için, sadece İngilizce bilmeye bel bağlamanın yeterli olamayacağı düşüncesindeyim. 80’li yılların ikinci yarısında, yoğun iş ilişkileri içerisine girdiğimiz Ortadoğu ülkelerine yaptığım seyahatlerde, Arapça bilmeden işleri hızlandırıp sorunları çözemeyeceğimiz belli olmuştu. Bizler İngilizceyi ne kadar iyi konuşursak konuşalım, muhatabımız olanların bu dili bilme seviyeleri işin nasıl yürütüleceğini belirleyici oluyordu.
Üst yönetim ile iletişim sorunumuz yoktu amma alt kademelerde iş yapmakta zorlanıyorduk. Hatta bir arkadaşımızın “Genel müdürü çağırıp, ambarcıya tercümanlık yapmasını mı isteyelim” diye bu durumdan şikayetçi olduğunu hala hatırlarım. Bu durum da bana kırk yaşımdan sonra Arapça öğrenme fırsatı yarattı ve bunun getirisini hala topluyorum dersem inanın. Zira, sadece Arapça konuşabilen iş insanları, kendi işleri üzerinden kazanç sağlamaya çalışan bazı aracılar olmadan alım yapma rahatlığını fark edince, işler daha rahat ve hızlı yürüyordu. Aynı durumu yıllar sonra Rusya ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinin pazarlarında da yaşadık. Rusça konuşan arkadaşlarımız olmasa idi, oralarda başarılı olmak neredeyse imkansız olacaktı.
Uzaklık penceresinden bakıldığında durum, İspanyolca veya Portekizce bilmekten biraz daha endişe verici görünüyor. Zira Türk ihraç ürünlerinin, teknolojik seviyelerinin pek de yüksek olmadığını düşünürsek, taşıma bedellerinin işleri zora sokabileceğini görüyoruz.
“Amma da kötümser düşünüyorsun” diye bize çıkışmaya kalkışmayın lütfen. Bu yazılanları, samimi uyarılar olarak algılayınız. Yeni pazarlara ihtiyacımız var ama dilini konuşamadığımız, uzaklığı fazla ve üstüne üstlük bir de aramızda ciddi zaman farkı olan bu pazarlara nasıl yaklaşmamız gerekecek?
Çok ciddi bir masa başı pazar araştırması yapmalı ve daha sonra, devlet desteklerinden yararlanarak bu pazarlara gidip yerinde araştırma yapmalıyız. Maliyet ve fiyatlandırma hesaplarımızı, alışkanlıklarımızın dışına çıkarak, bilimsel yöntemlerle yapmalıyız. Bu hesaplar gerçek duruma ne kadar yakın olursa, rekabet gücümüz o kadar yükselecektir. Bu pazarlardaki rakipleri çok iyi analiz ederek, pazara giriş stratejisi üzerinde çalışmalıyız. Zira bu pazarlardaki alıcılar “Aman Türkler gelsin de onlardan alım yapalım” diye beklemiyorlar. İyi bir hazırlık, doğru bilgi ve istikrarlı çalışma, her pazarın anahtarıdır.