Amerika’nın 1980’deki halindeyiz

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Biz şimdi bu aralar bir nevi “yahu biz ne biçim değiştik” modundayz. Hiçbir temeli olmadığı halde, ben ortada bir nevi “Biz neymişiz be abi” sendromu görüyorum. Doğrusu ya, ben bu aralar Türkiye’nin bir hakikat testine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Düşünüp, düşünüp sonunda buldum. Bize gereken hakikat testi şudur: Bu aralar denemelerini yaptığımız füzeleri başkaları 1970’lerde ilk kez denemişti. Şimdi biz daha yenilerde, aynılarını deniyoruz. Neden böyledir derseniz, memleketin iktisadi imkanlar seti Amerika’nın 1980’lerdeki haline pek bir benziyor. Bir daha tekrar edeyim, müsaadenizle: Onların 1970’lerde zaten yapabildiklerini bugünlerde ancak yeni yeni yapabiliyoruz. Elbette sevinilecek bir durum ama sevinirken, onların bunu 1970’lerden beri yapmakta olduklarını unutmasak iyi olur. 

Herhalde bir Kuzey Kore değiliz yani: Dünyaya kapalı olup, bu yaptıklarımızı ilk kez şimdi biz yapıyormuşuz gibi yapacak değiliz herhalde. Yok artık. Dünyaya bağlı olmasak, millete yutturmak mümkün olurdu. Ama pardon, artık mümkün değil. Çatlasanız da değil, patlasanız da değil. Onların 1970’lerde yaptıklarını biz ancak 2014’te yapabiliyoruz. Neden böyleyiz? Beşeri sermayemiz onların 1980’deki halini ancak şimdilerde yakalamış olduğu için elbette. Gelin bir anlatayım. Siz karar verin.
Nedir test diye merak ediyorsanız, TEPAV’dan Efşan Nas Özen’in  “yenilikçi sınıf” notuna bir bakın. Efşan, Amerika’dan Richard Florida’nın yaratıcı sınıf tanımını aldı ve bunu Türkiye’ye uyarladı. Sonra beğenmeyip, kendisi de bir tanım geliştirdi ama biz Florida’nın yaptığında kalalım bugünlük isterseniz. Yenilikler bir ülkeye öyle havadan gelmiyor. Ülkenin öncelikle yenlik yapabilecek kapasiteye sahip, göreli olarak daha iyi eğitimli bireylere sahip olması gerekiyor.  Siz bakmayın o “Harvard’ı bitirmedi. Okuldan atıldı. Evinin garajında dünyanın kaderini değiştirdi” geyiğine. Yenilikleri yapanlar, büyük fark yaratanlar hep iyi okullardan çıkıyorlar. İyi bir eğitim olmadan, fark yaratabilmenin aslı yok.  Şimdi Florida’nın tanımına göre bakarsanız, bugün Amerika’da yaratıcı sınıf işgücünün yaklaşık yüzde 40’ını aşmış gibi duruyor. Richard Florida’nın hesabına göre, Amerika’nın yaratıcı sınıfı geçen yüzyılın başında yüzde 10, 1980’de ise işgücünün yüzde 20’siymiş. Bu nedir? TEPAV hesaplamalarına göre, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde, bizim yaratıcı sınıfımızın büyüklüğü de yüzde 21 civarındadır. Neymiş? Amerika’nın 1980’de olduğu yerdeymişiz. Orada olup da onun bugün yapabildiklerini yapabilmek mümkün mü? Hayır. Ancak 1970’lerde yapabildiklerini yapabiliyoruz netice olaraktan yani.

Beni bu hesaplamalarda rahatsız eden bir başka noktaya daha geleyim. Hesaba göre, Ankara, yaratıcı sınıfın Türkiye ortalamasından daha yüksek bir bölümünü içinde barındırıyor. İşte bu ilginç. Neden? Gayet basit bir nedenle. Ankara, yaratıcı sınıfın yaklaşık yarısını kamuda istihdam ediyor. Yani ne oluyor? Memleketin beşeri sermayesi esasen kamu çalışanı olarak, verimlilik düzeyi düşük, yarı yarıya çalışıyor. Ben işte buna kaynak israfı derim. Neden? Türkiye’nin vasatın üzerindeki beşeri sermayesinin kamuda istihdamı tercih etmesi, işinden mutlu olmak yerine güvenceyi tercih etmesi üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gereken bir meseledir bana sorarsanız. Burada iğneyi kamuda çalışanlara,  çuvaldızı ise Türkiye iş dünyasına batırmak gerekir. Türkiye’nin özel sektörü neden Türkiye’nin başka ülkelerle kıyaslandığında zaten az olan beşeri sermayesini desteklememektedir? Bence soru budur.  Neden Türkiye’nin iş dünyası verimi daha yüksek eleman çalıştıramamaktadır? Neden onlara daha yüksek ücret ödeyememektedir? Ben bunun işletmelerimizin düşük verimliliği ile yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. Ne üretiyoruz ki, ne ödeyelim. Türkiye’de neden hala yabancı sermayeli şirketler, yerli sermayeli şirketlerle kıyaslandığında daha çok verimlidirler? Neden yabancı sermayeli şirketler, yerli sermayeli şirketlerle kıyaslandığında daha çok ihracat yapmaktadırlar? 

Yalapşap sistemden çıksa çıksa yalapşap politikalar çıkıyor. Her şey vasat oluyor. Sonuçta vasat yatırım ortamı, vasatın altında kural hakimiyeti sistemi, özel sektör tercihlerini vasatlaştırıyor. Özel sektör vasat olmaz, sistem onu vasat bırakır. Vasat özel sektör,  düşük verimlilik ve düşük ücretlerle birleşir. Sistemimiz, eğitimli olmayı değil, vasatı destekler. Bunu iyi zannedenlere söyleyeyim: Küresel ölçekte vasat yeteneklere sahip olup da, ortalamanın üzerinde bir hayat sürme imkanı artık bitti.  İsteseniz de bitti. İstemeseniz de bitti. Şimdi tedbir almazsak hesabı çocuklarınız zaten mutlaka ödeyecek. Memleket büyümeyip, sürünecek, çocuklar başka ülkelerdekilere bakıp imrenecekler. İleride “yahu bizimkiler eskiden kırk yıl önceki işleri yapabilince çocuk gibi sevindirik olup, poster bastırırlarmış” diyecekler. Ben şimdiden söylemiş olayım. Sonra bana öteki tarafta “biliyordun da, neden sustun?” demesinler. Söylüyorum ve ahiretimi kurtarıyorum. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar