Amerikan liderliği sona mı eriyor?
Geçtiğimiz hafta uluslararası ilişkilerde yeniden önemli bir kopukluk ve dağınıklığa şahit olduk. Geride bıraktığımız yılın sonunda Türkiye'nin lehine gelişen bazı olayların ardından, ABD'nin ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’un, Başkan Trump'ın Amerikan birliklerinin Suriye'den birkaç hafta içinde çekileceğine dair açıklamalarıyla çelişen sözleri, ABD dünya lideri olma iddiasını bir defa daha sarstı. Bolton, İsrail ziyareti sırasında yaptığı şaşırtıcı yorumunda, Türkiye'nin kırmızı çizgisi olan YPG milislerinin korunması da dahil olmak üzere geri çekilme koşullarına yenilerini ekledi ve ziyaretinin son durağı Ankara'da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmeyi reddetmesiyle istenmeyen misafir durumuna düştü. Daha genel bir ifadeyle, Washington'dan gelen çelişkili mesajlar mevcut ABD yönetimini niteleyen başlıca özellik haline gelmiş, dünyanın tek süper gücünün öngörülemez ve kendisiyle çelişen bir tutumlar sergilediği bir ortamda uluslararası diplomasinin nasıl işleyebileceği sorusunu gündeme getirmiştir.
Bu ABD için önemli bir değişim ama aynı zamanda daha derin bir krizin de bir belirtisi. Amerikan Yönetimi içindeki çatışmalar uluslararası ilişkileri nasıl etkiliyor?
Uluslararası ilişkiler, Amerika’nın katkıları olmadan bile zor bir dönemden geçiyor. Bunu daha önce de tartıştık: II. Dünya Savaşı sonrası oluşan düzen artık işlemiyor, ancak yerini alacak alternatif bir düzen de ortaya çıkmadı. Tüm ülkeler bir yandan değişimin yönünü kestirmeye çalışırken diğer yandan da diğer ülkelerle ilişkilerini düzenli yürütmenin yollarını bulmaya çalışıyor. ABD'de, sürekli olarak izlediği siyasetleri değiştiren bir yönetim bulunması nedeniyle durum daha da karmaşık. Başkan Trump, ister iç ister dış meselelerde olsun, siyaseti kendi başına yürütmek alışkanlığına sahip. Devlet kurumlarına danışmadan açıklama yapıyor ve daha sonra bu kurumlar Başkan’a söyledikleri veya yaptıklarının isabetli olmadığını anlatmak zorunda kalıyorlar. Bir süre sonra da kişinin tek başına belirlediği siyaset değişiyor.
Normal şartlar altında, bir ülkenin cumhurbaşkanı veya başbakanı ile konuştuğunuzda, onlar bir taahhütte bulunurlarsa, sözlerinin nihai karar olduğunu kabul edersiniz. Ancak, söz konusu ABD olduğunda, lider kadrosunun izledikleri siyaseti sürekli değiştirmesi nedeniyle, verilen bir taahhüdün ne anlama geldiğini, uygulanıp uygulanmayacağını ve nasıl uygulanacağını asla kestiremiyorsunuz. Bu, herkesi Amerikan hükümetinin liderlik koltuğunda oturan kişiyle değil, karar verme sürecinde yer alan tüm güç merkezleriyle ayrı ayrı muhatap olmaya zorluyor. Bu da sonuçların ne olacağını belirleme açısından zorluklar doğurmaktadır.
Yani, bir yandan tek taraflı kararlar almaktan hoşlanan bir başkan var, diğer yandan onun fikrini değiştirmesine veya söylediklerini geri almasına çalışan kurumlar var. Türkiye gibi bir ülke bu tür bir ortamda nasıl müzakere yapabilir ki?
Tüm taraflarla iletişim kurmanız gerekiyor. Sonunda, eğer Başkan Trump ilk başta emrettiği şeyi uygulamakta ısrar ederse, muhtemelen istediklerini yaptırabilecektir; o koşullar altında dahi, güvendiği ve danıştığı kişiler (Şu anda, örneğin, Bay Bolton) göz ardı edilmemelidir. Şunu da ekleyeyim. Trump'ın Türkiye'ye Bolton'dan başka birini göndermesi daha ihtiyatlı bir davranış olurdu diye düşünüyorum, çünkü Bay Bolton ideolojisine militanca bağlı, makul olmaktan uzak, uzlaşmayı bilmeyen şahin bir kişilik olarak tanınıyor. Saydığım nitelikleri kişiliğinde birleştiren bir şahsiyetin ilişkilerinizin sorunlu olduğu bir ülkeye gönderilmesinin isabeti tartışılabilir.
Birkaç hafta önce, Türkiye açısından Suriye'de işler yoluna giriyor gibiydi. Bu ziyaretin yol açacağı hasarın ne boyutta olacağını düşünüyorsunuz?
Açık konuşmak gerekirse, durum daha kötü. Fakat isterseniz ilişkileri düzeltmek için müzakerelerde kullanabileceğimiz fırsat pencerelerinin olup olmadığına bakalım. Üç husus göze çarpıyor: İlkin, ABD YPG’yi Menbiç’ten çıkarmak için zaten bir taahhütte bulunmuştu. YPG'nin hiç hoşuna gitmeyecek olsa da, bu söz hala tamamen yerine getirilebilir. Türkiye perspektifinden kritik sorun, YPG'nin Menbiç'in etnik kompozisyonunu değiştirmeye ve burayı PKK yandaşı Kürtlerin egemen olduğu bir yerleşim bölgesi haline getirmeye çalışmasıdır. Bölgedeki tüm nüfus unsurlarının içinde yer aldığı, temsil gücü daha yüksek bir hükümetin kurulması gerekiyor. Bir diğer olası fırsat ise, Türkiye’nin sınırına bitişik 20-30 kilometrelik güvenli bir kuşak tesis etmektir. Böyle bir girişim, ABD’nin bölgedeki bazı üslerinin YPG’ye değil Türkiye’ye devredilmesi veya imha edilmeleriyle de desteklenebilir. Benim hiç desteklemediğim sonuncu olasılık, Türk hükümetinin DEAŞ ile mücadeleye girmesidir. Örgüt şu an Suriye'nin güneydoğusunda konuşlanmış vaziyettedir. Türk birliklerinin oraya gitmeleri halinde, ana üsleriyle aralarına ciddi bir mesafe girecek ve karşımıza çok önemli bir dizi lojistik problemi çıkacaktır. Ayrıca karşımızda kritik bir siyaset sorusu da duruyor: Türkiye DEAŞ'ı yenerse, bir sonraki adım ne olacaktır? Bir eyleme geçmeden önce açık ve berrak bir siyasi hedefiniz olmadığı sürece, askeri güç kullanmak asla iyi bir fikir değildir. Fakat, esas sorumuza dönersek, ABD ve Türkiye’nin çeşitli alanlarda işbirliği yapmasına imkan veren fırsatlar hala mevcuttur.
Açıkçası, ince diplomasi gerektiren karmaşık bir durum. Fakat ABD gerçekten ne yapacağına karar vermiş gibi davranmıyor. Türkiye, Amerika’da yönetim değişikliğine kadar durumu idare edebilir mi?
Amerikan yönetiminin değişmesini beklemek için yeterli zaman bulunmuyor. Konuya olumlu tarafından bakacak olursak, Amerikalıların hala çekileceklerini söylediklerine, ancak başlangıçta söylenenden daha uzun sürebilir dediklerine işaret edebiliriz. Yetkililer yaklaşık dört ya da beş aylık bir süreden bahsediyor. Ancak Amerikalılardan daha önce de bu tür açıklamalar duymuştuk. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ucu açık bir sorudur. Dolayısıyla bir süre daha durumu “idare etmek” mecburiyetindeyiz. ABD ve Türkiye'nin birbirleriyle savaşa girmeyeceklerini söyleyebiliriz. Masada böyle bir ihtimal bulunmuyor; ve tek seçenek görüşmelere devam etmek gibi görünüyor. Ancak her iki taraf da, oldu bittilerle durumu kendi lehine değiştirmeye çalışabilir. Kanaatimce, ABD tehlikeli bir yola girmiştir: Suriye’deki bütün ortaklarını kızdırmıştır. YPG sarsılmıştır ve Amerika’nın niyetlerinden artık geçmişte olduğu kadar emin değil. Rusları, İranlıları ve Suriyelileri bir kenara bırakalım, artık Türkiye bile Amerikalılara güvenmiyor. Kısacası, ABD, Suriye’deki varlığının meşruluğunu kimsenin tam olarak benimsemediği ve tam destek görmediği bir duruma düşmüş durumdadır. Amerikalılar kendilerini sürükledikleri bu istikrarsız durumun sürdürülebilir olup olmadığı üzerinde iyice düşünmelidirler.