Amerikan Kibiri ve F-35 Savaş Uçakları
Haftalardır süren spekülasyonların ardından, üç ABD'li Senatör 26 Nisan’da , F-35 savaş uçaklarının Türkiye'ye satışının engellemesi için bir yasa tasarısı sundu. İki partiden de destek alan tasarıda Türkiye’nin "ABD’nin çıkarlarından giderek uzaklaştığı, hatta zaman zaman ABD’nin çıkarlarının karşısında olduğu” belirtiliyor. ABD’nin "hassas F-35 teknolojisini ve teknolojideki son yenilikleri” Erdoğan rejimine transfer etmesindeki güvenlik risklerine dikkat çekiliyor. Bu hamle, bekleniyor olmakla birlikte, iki kilit NATO müttefikini birbirinden daha da uzaklaştırma riski taşıyor. Teknoloji transferine yapılan atıflar, 2004’ten beri F-35'in geliştirme projesine ortak olan bazı Türk şirketlerini fazlasıyla rahatsız etti. On Türk şirketi, F-35 motorlarının üretimi de dahil muhtelif uçak parçalarının üretimine katılıyor.
Gazetemizin dış siyaset uzmanı, bu hamlenin istenen etkiyi yaratamayacak bir ufak hesap yaklaşımı olduğunu ileri sürüyor.
Milletvekillerinin dış politika sorunlarına karışması biraz garip değil mi? Bu senatörler ne yapmaya çalışıyor?
Amerikan yasama kurumlarının üyeleri arasında siyasa sorunlarına müdahil olmak ve yürütmeye dış ilişkilerde izleyeceği politikalar konusunda talimat vermek yönünde yaygın bir eğilim olduğu biliniyor. Bu belki de en sık olarak, diğer ülkelere silah satışlarını veya silah teknolojilerinin transferini sınırlandırmak şeklinde ortaya çıkıyor. Bildiğim kadarıyla, yasama organının politika yapımına doğrudan bu şekilde müdahale ettiği başka ülke yok. Demokratik toplumlarda halkın dış politika hakkındaki görüşlerini ifade etmesi tabiidir ve görüşler, aralarında yasama kurumunun üyelerinin de olduğu çeşitli aracılarla yürütme organına iletilir. Yasama organının, genellikle yürütmenin yetki alanına giren bir konuda siyasa hamlesi yapmayı kendine görev edinmesi ise pek görülen bir durum değil. Ancak gerek Amerikan Senatosu'nda gerek Temsilciler Meclisi'nde, yürütme ve yasama arasındaki geleneksel görev dağılımıyla uyumlu olmayan faaliyetler ortaya çıkıyor. Kongre, muhtelif defalar Amerikan hükümetini sorun yaşadığı ya da eylemlerini sorunlu gördüğü bir ülkeye silah satmamaya ya da teknoloji transferi gerçekleştirmemeye zorlamıştır.
Aslında, Türkiye de bu tecrübeyi daha önce de yaşamış bir ülkedir. 1974'te, Kıbrıs Harekatının ardından, Amerikan Kongresi, Başkanın isteklerine karşı gelerek, Türkiye'ye silah ambargosu getiren yasayı çıkardı. ABD hükümeti, üç yıl boyunca bu yasanın kaldırılması için uğraştı. Bu süreçte, Türkiye silahsız kaldı mı? Hayır. Ekipman, parça, mühimmat vb. satın alma yolları bulundu. Ambargo sadece belirli zorluklar getirdi ama aynı zamanda başka bir gelişmeye de kapı açtı. Türkiye ilk kez, NATO komutası altında olmayan 4. Ordu veya Ege ordusunu kurdu; ABD’den temin edilmeyen silahlarla donattı. Görüyorsunuz, hangi silahların kime satılabileceğine ilişkin bir yasanın çıkarılması beklenmedik sonuçlar doğurabiliyor.
Türkiye'nin Rus S-400 füze savunma sistemini satın alma kararı gibi mi?
Bunun iki boyutu var. Birincisi, silah alımı tamamen ticari bir işlemdir; ikincisi silah alımı bir güvenlik veya savunma eylemidir. Bir devlet silah almaya karar verdiğinde, birkaç şeye bakar. Doğal olarak, bir tanesi maliyetinin ne olacağıdır. Bir diğeri ise uzun vadede teknolojiyi elde edip edemeyeceğidir ki bir noktada üretim sürecinin içinde yer alabilsin. Tabii, silahı kimden alacağını siyasi olarak da değerlendirmesi lazım.
Füze savunması ile ilgili olarak, Türkiye uluslararası pazara çıktı ve ABD ile Patriot sistemini satın alma konusunda, zamanla üretimin bir bölümünün Türkiye'de gerçekleşmesi ve bir miktar teknoloji transferinin yapılmasını öngören müzakereler yaptı. İki nedenle anlaşmaya varılamadı: İlkin, silahlar çok pahalıydı. İkincileyin, ABD teknoloji transferine izin vermedi. Rus füzeleri ise teknolojinin son vardığı noktanın ürünü. Rusların da teknolojilerini ne oranda paylaşacakları belli değil, ama bu sistemi kullanmak konusunda Türkleri eğitecekler ve bazı Rus teknisyenleri de sürece dahil olacak. Dolayısıyla bir miktar teknolojinin aktarılacağı kesindir diyebiliriz. Fiyatları, Batılı müttefiklerimiz tarafından sunulan tercihlerden çok daha makul. Unutulmaması gereken diğer bir konu, S-400'lerin NATO sistemine entegre edilememesine rağmen, Türkiye'nin NATO'nun karşılamadığı bazı savunma ihtiyaçlarını karşılayacağıdır. Soğuk Savaş sırasında bile, NATO'nun belli olasılıklar söz konusu olduğunda Türkiye'yi savunmaya gelip gelmeyeceği konusunda da her zaman şüpheler olduğunu unutmamamız lazım.
Teknoloji transferlerini denetlemek ABD gündeminin önemli bir teması gibi görünüyor. İleri sürülen gerekçeleri, ABD hükümetinin Çin'e karşı yönelttiği eleştirilerde de görmek mümkün, Çin’e yapılan teknoloji transferlerinin ABD'ye zarar verdiği, çünkü teknolojinin Çin’in eline geçtiği iddia ediliyor. Bu geçerli bir argüman mı?
Bu iddia kısmen doğrudur. Fakat mevcut Amerikan yönetiminin küresel ekonominin nasıl işlediğini kavradığından emin değilim. Görünen o ki, Sayın Trump ve şürekası, örneğin bir arabanın imalinde kullanılan tüm parçaların ABD'de yapılması gerektiğine inanıyor. Şu anda kullanılan üretim sisteminde ise, bir şirket ürünü tasarlıyor; sonra gereken parçaları, öngörülen kalitede en düşük fiyata nereden satın alabilirse veya nerede üretebilirse, oradan tedarik ediyor. Güvenlik gerekçesiyle bazı korumacı tedbirler yürürlüğe konulabiliyor. Ancak, Sayın Trump’ı her şeyi güvenlikle ilişkilendirdiğini düşünüyorum. Ne yazık ki, uluslararası ekonominin nasıl işlediğini ve ne gibi faydalar sağladığını gerçekten anlayamıyor.
Amerikalı Senatörler, Türkiye'ye F-35 satılmasını engellenmeyi önerdiklerinde, bunun bir Amerikan projesi olduğunu veya ortak bir proje olmadığını da ifade etmiş oluyorlar. Sorun, ABD’nin ittifak içindeki bütün kararları kendisinin yönlendirebileceğini düşündüğü bir Soğuk Savaş zihniyetine geri dönüyor olması. ABD, Soğuk Savaş döneminin artık sona erdiğini kabullenmelidir. Müttefiklerin ortak çıkarları olduğu kadar, ayrışan çıkarları da olabiliyor. Eğer her müttefikin bir oranda farklı çıkarlar gütmesine, farkı politikalar izlemesine izin vermemeye gayret ederseniz, tüm ittifakın işleyişini tehlikeye atarsınız.
Konuyu teknolojik bir de know-how'ı korumak açısından değerlendirirsek, gizli tutulan teknolojiler bile taklit edilebiliyor, ürünü demonte etmek yoluyla çözülebiliyor, çalınabiliyor ya da gizlice aktarılabiliyor. Bunun en iyi örneği nükleer silahlar. Yayılmalarını önlemek için sürdürülen çabalara rağmen, bu politikanın başarılı olduğuna dair kanıt yok. Buna karşılık, nükleer teknolojide dünya lideri olarak sınıflandırılmayan ama nükleer güç geliştirmiş olan İsrail, Pakistan, Hindistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerle karşı karşıyayız. Yani teknolojinin satışlar, alımlar, endüstriyel casusluk ve diğer yöntemler nedeniyle gizli tutulması ve yayılmasının engellenmesi imkansız. Yeni teknolojiler üreterek devamlı önde gitmek daha doğru bir fikirmiş gibi görünüyor.