'Amerikan Büyüklüğü' bir hayal mi?
Her açıdan gerçeküstü ve zaman zaman gizemli bir konuşmaydı. 5 Şubat'ta Donald Trump, ikinci defa “Birliğin Durumu” konuşmasını gerçekleştirdi. Söylediklerinin çoğu Amerika'nın dünyada gerek tarihi olarak gerek günümüzde oynadığı vazgeçilmez role odaklanmıştı. Bu da kendi yücelik duygusunu kaptırmış bir ulustan beklenebilecek milliyetçi söylemlerin zeminini oluşturdu. Fakat büyüklüğün yeni anlamlar kazandığı bir dönemde, Amerika değişime uyum sağlayabiliyor mu?
Amerika, kendi büyüklüğüne bu denli inanç duymakta haklı mı?
İlk olarak bu hissin tarihi köklerine bakmalıyız. ABD, kurulduğu yıllarda, Avrupa'daki siyasi değişimlerden kaçan insanlar için bir sığınak olmuştu. Bazıları devlet tarafından desteklenen resmi dinden farklı mezhepleri benimsemişti; diğerleri Yeni Dünya'da daha iyi fırsatlar arayan fakir insanlardı. Hatta bazıları yeni bir hayata başlamayı ümit eden suçlulardı. Amerikalılar yeni kıtada yarattıklarını haklı olarak eşsiz bir deneyim olarak değerlendirdiler. Bu, Amerikan deneyiminin tekrar yaşanması mümkün olmayan, nevi şahsına münhasır bir olgu olduğu algısını yarattı. Bu deneyimin eşi benzeri yoktu.
Bu düşünce çizgisinin en erken bir tezahürü, Yeni Dünya’yı Eski Dünya siyasetine bulaştırmamaktı. Amerikalılar bir izolasyonizm politikası izledi. Bununla birlikte, izolasyonizm, bazı Amerikalıların iddia ettiği gibi, ülkelerinin kendisini dünyadan tecrit etmesi ve dünya siyasetine hiç karışmaması şeklinde işlemedi. Doktrin, aslında Amerika’yı Avrupa siyasetinden uzak tutmakla ilgiliydi. 19. yüzyılın sonuna bakarsanız, ABD İspanya’dan, Küba ve Porto Riko’dan Filipinler’e kadar uzanan bölgede çok fazla toprak aldı. Amerikalılar, Avrupalıların da aktif olabileceği bir alandan ziyade kendileri için özel bir rezerv olarak gördükleri Latin Amerika kıtasında da oldukça faaldi.
Sizce bu 'istisnai olma' duygusu neden hala devam ediyor?
II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, küresel politik ve ekonomik düzeni şekillendiren küresel güç haline geldi. Örneğin ABD Doları uluslararası rezerv parası haline geldi. Birleşmiş Milletler'in merkezi, orada bulunması pek tabii olmasa da, New York'ta bulunuyor. Tüm bunlar ABD’yi dünyanın merkezine konumlandırdı. Böylece, Amerika dünyayı ilgilendiren çoğu konuda kararları etkileyebilecek güce kavuştu ki, bu da 'istisnai' toplum olmanın ülkeye ödül getirdiği duygularını güçlendirdi.
Onlara bu gücü kazandıran neydi?
Her şeyden önce, İkinci Dünya Savaşı Avrupa toplumlarını tamamen tüketmişti. Bu durumun ABD'ne Avrupa pazarlarına daha fazla nüfuz etme, bazı önemli Alman işletmelerini satın alma ve uluslararası ekonomik düzeni kendi çıkarlarına göre yeniden yapılandırma fırsatı sunduğunu düşünüyorum. Bu şekilde Amerika, Batı Avrupa'nın ekonomik olarak yeniden yapılanmasına yardımcı olan ana güç haline geldi. Ayrıca Amerika Alman bilim adamları için bir cazibe merkezi oluşturdu ve bu bilim adamları daha sonra nükleer silahlar ve füzeler de dahil olmak üzere Amerikan savunma yeteneklerinin güçlendirilmesine ve dolayısıyla büyük askeri güç konumunu pekiştirmesine yardımcı oldu. Avrupa kendi güvenliği için ABD'ye giderek daha bağımlı hale geldi. Bu nükleer egemenlik, ABD’ye Batı Avrupa’nın sanayi demokrasilerinin dış politikalarını büyük ölçüde yönlendirme gücünü de verdi.
Fakat dünya o zamandan beri ciddi bir şekilde değişti. Amerikan büyüklüğü hala kabul edilebilir bir dünya görüşü mü?
Hasmane ilişkilerin nitelediği iki kutuplu bir dünyanın sona ermesiyle, daha küçük aktörlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki hareket alanları nispeten genişledi; ABD'nin tercihlerini daha sık göz ardı etmeye başladılar. Ancak ABD bu yeni gerçeğe uyum sağlamakta zorluk çekti. Hala, başkalarının söylediklerini sorgusuz kabul etmesini ve kendisinin belirlediği kurallara uymasını istiyor. Ancak ortaya çıkan durum bunun tam tersi. Tercihlerini dayatmakta başvurduğu araç ve yöntemler, Amerika’nın halihazırdaki etkisini uzun vadede daha da azaltacaktır.
Bir örnek vereyim: ABD, uluslararası ödeme sistemindeki güçlü konumunu, İran gibi ülkelere tek taraflı ticaret ambargoları uygulamak için kullanıyor. Bu imkan, ancak tüm uluslararası işlemlerin Amerikan bankaları üzerinden geçmesi durumunda mevcuttur. Geçtiğimiz günlerde AB, İran ile ticareti kolaylaştırmak için bir alternatif geliştirmeye başladığını duyurdu. Görülüyor ki ABD, işlemleri çok fazla kontrol altına tutmaya çalıştığı süreçte, muhtemelen kullandığı denetim araçlarının yerini alternatiflerinin alması ihtimalini kendi elleriyle yaratmış oluyor.
Galiba ABD eski günlerini geri getirmeye çalışıyor?
Gerçekten de geçmişteki durumlarının geri gelmesini istiyorlar. Başkan Trump’ın ABD’nin neden güçlük yaşadığı konusundaki teşhisleri oldukça basit. Amerika'nın karşılaştığı güçlüklerin ve sorunların, ABD’nin başkalarına çok fazla ödün verdiği gerçeğinden kaynaklandığını ve ihtişamlı günlere yalnızca özgün çıkarların daha tavizsiz bir şekilde izlenerek geri dönülebileceğini düşünüyor. Trump yönetiminin eski günlere dönme kavramını hayata geçirme yolu, Amerikalıların II. Dünya Savaşı'ndan sonra inşasında öncülük ettiği tüm uluslararası işbirliği düzenlemelerine meydan okumak ya da bunları sonlandırmaktır. Aslında bu enstrümanlar Amerikan çıkarlarına oldukça iyi hizmet eder görünüyordu.
Öyleyse buna büyüklük yanılgısı diyebilir miyiz?
Büyüklük yanılgısı deyimi olguyu çok iyi bir ifade ediyor. Tabii ki, ABD’nin büyük olduğu, dünyadaki en büyük güç olduğu bir gerçek. Ancak ABD yönetiminde bu gücün yitirileceğine konusunda yaşanan aleni panik, bu konumlarını artık sürdüremeyecekleri endişesinin sinyalini veriyor. Bence Başkan Trump, geçmişte gerileme süreçleri yaşayan birçok toplumla benzer bir şekilde davranıyor. Gerilemeyi tersine çevirmek için aldığı tedbirler genellikle düşüşü hızlandıran sonuçlar doğuruyor. Dünyada Amerika’nın önemi, güçleri nispeten daha az ülkeler arasında işbirliği gerçekleştirme çabalarına önderlik etmesi gerçeğiyle şekilleniyor. Örneğin, Avrupalıları dışlamak veya gücendirmek, ABD'yi daha büyük bir güç yapmıyor; dünyadaki nüfuzunun zayıflaması anlamına geliyor.
Trump'ın aldatılmış büyüklük kavramı, Amerikan büyüklüğünün gerçekliğini baltalıyor mu?
Kesinlikle. Büyüklük, uzlaşma bilmez ve kibirli olmak anlamına gelmez. Kaba güç araçlarını adeta diktatörce kullanmanız gerektiği anlamına da gelmez. Başkan Trump çok çarpık bir büyüklük tanımını benimsemiş görünüyor.