Amaç artık iktidarı kaybetmemek

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Aslında Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa erişme şansının olmadığını ya da hiç kalmadığını AKP de ta 30 Mart'ta gördü. AKP, yerel seçimde belediye meclisi üyeliği için kullanılan oyların yaklaşık yüzde 43'ünü aldı. Bu oran, 280-285 arası milletvekiline denk düşüyor. Yani, 30 Mart sonuçlarına göre, AKP, tek başına Anayasa değiştirecek çoğunluk olan 367'yi aşmak ya da Meclis'teki Anayasa değişikliğini referanduma götürebilmek için gereken 330-367 arası bir sandalyeyi bulmak şöyle dursun, iktidar koltuğuna bile zar zor tutunacak duruma geliyor. Kuşkusuz bu 30 Mart'taki tabloydu ve aradan geçecek bir yılı aşkın sürede köprülerin altından çok sular akacaktı, akıyordu da...

30 Mart'taki tablo böyle ama, bir de Cumhurbaşkanı seçiminde oluşan durum var. Erdoğan o seçimde yüzde 52'ye yakın oy aldı. Eğer bu oya bakarak değerlendirme yapmak isteyen varsa, gidişat AKP lehine. Ama, yalnızca oy oranına bakmak isteyenlere,  seçime katılma oranını ve Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilirken ne kadar oy aldığını hatırlatmak gerekir. Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirken 21 milyon oy almıştır ve seçime katılma oranı da yüzde 74 gibi çok düşük denilebilecek bir düzeyde oluşmuştur. Bunda tabii ki, muhalefetin çatı aday seçiminde kimilerine göre isabetsiz bir tercihte bulunması büyük etken olmuştur. O ayrı bir tartışma konusu olarak geride kaldı.

21 milyonun oranı önemli 

AKP'nin oy tavanında 21 milyona takıldığını söylemek pek yanlış olmasa gerek. Bu rakamın üstüne çıkılması artık pek kolay görünmüyor. Üstelik AKP'yi bekleyen bir dizi olumsuzluk da yadsınamaz bir gerçek. Bu olumsuzlukların en önemlisi de, partinin başında artık Erdoğan'ın bulunmuyor oluşu. 

Haziran seçimlerinde toplam seçmen sayısının 56 milyonu aşması bekleniyor. Hangi partinin ne kadar oy alabileceği kadar önem taşıyan soru, seçime katılma oranının hangi düzeyde oluşacağı.

12 Eylül'den sonra gerçekleştirilen sekiz milletvekili genel seçiminde seçime katılma oranı yüzde 79.1 ile yüzde 93.3 arasında değişmiş. Ağırlıklı ortalama oran yüzde 85.1 düzeyinde. 

Gelin biraz fikir jimnastiği yapalım. Haziran seçiminde 56 milyon seçmenin yüzde 85 oranında 47.6 milyonu sandığa gitse, bu seçmenlerin 21 milyonu AKP'ye oy verse, AKP'nin oy oranı yüzde 44 olur. Şimdi söyler misiniz, 2011'de yüzde 49.8 oyla ancak 327 milletvekili çıkarabilen AKP, 2015'te nasıl olacak da Anayasa değiştirebilecek bir çoğunluğa erişme şansı yakalayacak?

Normal koşullarda bu mümkün değil. Ama normal koşullarda. Türk seçmeni, yine "Adayları beğenmedim, havalar sıcak, tatildeyim, canım istemiyor, dün akşam çok yemişim, başkaları kullansın oyunu, bir tek bana mı kaldı" gibi mazeretlerin ardına sığınır ve sandığa gitmezse, yani seçime katılma oranı Cumhurbaşkanı seçimindeki gibi yüzde 74'te kalırsa, AKP de yine 21 milyon oy alırsa, bu kez iktidar partisinin oy oranı yüzde 51'e yaklaşacak demektir. Yüzde 51'in, Anayasa değişikliği için yeterli olup olmayacağı kestirilemez tabii ki. Meclise kaç partinin gireceği, onların hangi oranda oy alacağı belirleyici olacaktır.

Baraj meselesi 

Yüzde 10'u aşabilecek konumdaki üç partinin alacakları oylarla Meclis'te ne ölçüde temsil edileceklerini, Anayasa Mahkemesi'nin gündeminde olan barajla ilgili karar belirleyecek. Anayasa Mahkemesi barajı aşağı çeker ya da kaldırırsa, yüzde 10 sınırı önemini bir anda yitirecek ve söz konusu üç partinin kazanacağı sandalyelere bir anda yeni ortaklar çıkacaktır.

Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir konuda karar alma yetkisinin olup olmadığı bile tartışmalı aslında. Mahkeme barajı kaldırırsa bunun uygulanma biçimi belli değil. Son sözü Mahkeme mi söyleyecek, Parlamento mu, YSK mı, her kafadan bir ses çıkıyor.

Her siyasetçi mevcut durumu kendine yontuyor; en demokrat görüneni bile. 

AKP, 12 Eylül generallerinden hesap soracağını söyledi, sözüm ona sorulmasının yolunu da açtı, ama o generallerin getirdiği en antidemokratik hüküm olan yüzde 10 seçim barajını aşağı çekmeye ya da kaldırmaya hiç yanaşmadı. 

Yalnızca AKP değil ki... Ecevit'in başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonu barajı aşağı çekmeyi hiç düşünmedi. Sonra ne oldu; o baraj, üç partiyi de 2002 seçiminde Parlamento dışı bıraktı. DSP ve ANAP Türk siyaset sahnesinden tümüyle silindi, MHP ise iktidar adayı olamayacak bir şekilde siyasi yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Ve dramatik olan da şu. Biz hala dünyada örneği görülmeyen bir seçim barajını tartışırken, demokratik ülkelerde örneğine rastlanmayan bir başkanlık tartışmasının içindeyken, günü kurtaracak ekonomik gelişmelere bel bağlamış şekilde gidiyoruz. Siyasetçilerimiz, çocukların "Benim babam, senin babanı döver" didişmesi içinde, "Sen şuraya gidersin, gidemezsin; gittin ama şunu yapmadın" kısır döngüsüyle gün geçirmekteler.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar