Altyapı açığımızı avantaja çevirebiliriz: Planlı kamu alımları
KÜRESEL BAKIŞ / Murat Yülek 1970'li yıllardan itibaren yaptığı atılımla dünyanın önemli tekstil üreticilerinden ve tekstil makinesi ithalatçılarından olan Türkiye'nin tekstil makinesi üretimindeki yetkinliği oldukça sınırlıdır. Günümüzde tekstil makineleri teknolojisi de hızla gelişmeye devam ettiği için, diğer tekstil üreticisi ülkelerin rekabet baskısı altında Türkiye makine parkını düzenli olarak yenilemek dolayısıyla da makine ithalatını devam ettirmek zorunda kalıyor. Bu durum sadece tekstile mahsus değil. Birçok sektörde ve özellikle altyapıya ilgili sektörlerde de durum aynıdır; Türkiye, karayolundan demiryoluna, limandan enerjiye altyapıya aç bir ülkedir. Türkiye ile bazı rakip ülkeler arasındaki altyapı farkı da gittikçe büyüyor. Altyapı farkları ekonomiye verimlilik ve yaşam kalitesi farkı olarak geri döner. Bu da ülkenin nispi rekabet gücünü azaltır. Karşı karşıya olduğumuz rekabetin büyüklüğünü uç bir örnek ile gösterelim: Singapur'un kişi başına yıllık yatırım bütçesi (2007) Türkiye'nin on katı, kilometrekare başına yatırım bütçesi ise Türkiye'nin 650 (yanlış okumadınız altıyüzelli) katına tekabül ediyor. Bu yıllık fark, iki ülke arasında uzun süredir birikiyor. Türkiye'nin işte bu altyapı açığı yabancı yatırım malı tedarikçileri için büyük bir fırsat oluşturuyor. Yabancı jeneratör, türbin üreticilerinden, otobüs-lokomotif imalatçılarına, sistem entegratörlerinden, katı atık ekipmanı üreticilerine kadar, Türkiye yabancı tedarikçiler için büyük ve önemli bir pazar. Peki altyapı açığı Türk tedarikçiler için ve Türkiye'de teknolojik birikim oluşturulması için de bir fırsat haline getirilemez mi? Maalesef, Türkiye, örneğin ABD'deki gibi, Planlı Alım Politikaları veya benzeri uygulamalar yapmadığı için bu tür ürün ve teknolojilerin saf tüketicisi durumunda kalıyor. Bu, düşük gelirimizle diğer ülkelerin AR-GE ve üretim masraflarını finanse etmemiz manasına geliyor. Oysa, altyapı açığından kaynaklanan bu büyük alım gücü, Türkiye'ye dezavantajı avantaja çevirecek bir potansiyel sağlıyor. Bu fırsatı iyi kullanırsa Türkiye kısa zamanda birçok alt sektörde ihracatçı duruma geçebilir. Basit bir örnek ele alalım. Geçen hafta gazetelere İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çok sayıda metrobüs alımı yapacağı konusundaki haberler yansıdı. Bu haberlere göre bazı yabancı ve yerli üreticiler çevre dostu olacağı söylenen ve birim fiyatının bir milyon dolar civarında olması beklenen bu özel otobüsler için rekabete girmiş. İstanbul Belediyesi sonuçta alımını yabancı tedarikçiden yapsa da, alım gücünü kullanarak rahatlıkla otobüslerdeki yerli katkısını artırabilir. Bu sayede hem yurtiçi katma değeri hem de (alımı yapılan metrobüslerde kayda değer bir know-how birikimi varsa) yurtiçi teknoloji birikimi ve kabiliyetleri artırmış olur (du?). Bu örneği hızlı trenden katı atık sistemlerine kadar genişletebilirsiniz. Planlı Kamu Alımları, offset vs. gibi yöntemler sofistike bir kamu yönetim yapısını ve etkin (ve verimli) bir koordinasyonu gerektiriyor. Bu da Türkiye'nin zayıf olduğu nokta...