Altıntopumuz

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Seçim günü yaklaştıkça toplumumuz daha bir geriliyor. Artık sadece iki gün kaldı. Gerilim de had safhaya yükseldi. İnşallah sulh ve sükun içinde tamamlarız bu demokrasi ödevimizi.

Bu gergin ortamda bir iyimserlik kıvılcımına ihtiyacımızı olur diye düşünüyoruz. Bunun  çaresinin de ancak geleceğimize iyimser olarak bakabilmek olduğu sonucuna vardık. Geleceğe hangi özelliğimizle iyimser bakabiliriz? Bu konuda aklımıza geliveren ilk özelliğimiz de sağlıklı, azimli, hırslı GENÇ NÜFUS YAPIMIZ oldu. 

Konuya bu özelliğimizle ilgili olduğunu düşündüğümüz, “Nasipsiz Mehmet Efendi” hikayesiyle girmeyi uygun bulduk.

Rivayet edilir ki, İkinci Mahmud’un padişahlığı döneminde (1808-1839) İstanbul’da bir Mehmet Efendi yaşarmış. Mehmet Efendi Allah’ın talihsiz bir kuluymuş. Hangi işe girse başarısız oluyor, başına bir felaket geliyormuş. Bir dükkan açmış, hırsız girmiş. Dükkanı soyup soğana çevirmiş. Celeplik yapmaya girişmiş, iflas etmiş. Elindeki avucundaki paraları kaybetmiş. Bir ev yaptırmış, yangın çıkmış. Nesi var nesi yoksa, hepsi kül olup gitmiş. Artık herkes onu Nasipsiz Mehmet Efendi diye anmaya, bu adla çağırmaya başlamış.

Nasipsiz Mehmet Efendi’nin başına gelenler İkinci Mahmud’un kulağına kadar gitmiş. Padişah hem acımış, hem de merak etmiş bu talihsiz kulunu. Kendisine yardım etmeyi, destek olmayı düşünmüş. Sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa’ya emir vermiş: “Çağırın huzura şu Nasipsiz Mehmet Efendi denen kulumuzu da, onu bir nasiplendirelim. Öyle bir nasiplendirelim ki, kaderi kısmeti değişsin!”

Nasipsiz Mehmet Efendi’yi apar topar huzura getirmişler. Padişah, Mehmet Efendi’ye, “Senin için her giriştiği işte başına bir felaket gelir, kısmeti kesilir diyorlar, doğru mu?” diye sormuş. Mehmet Efendi saygı ile ellerini ovalayıp önüne bakarak; “Doğrudur Padişahım” demiş, “hangi işe el atsam, ne yapsam ne etsem, bir talihsizlik, bir kısmetsizlik yakamı bırakmıyor; ne yapayım, Allah’ın takdiri böyleymiş” diye doğrulamış Padişahın bu sorusunu.

Padişah adamlarına, Mehmet Efendi’yi işaret ettiği araziye götürmelerini, kendisinin de oraya geleceğini söylemiş. Mehmet Efendi’yi hafif meyilli, geniş sulak ve verimli bir araziye götürmüşler. Biraz sonra Padişah da gelmiş oraya. Adamlarına, torbadaki altın topu Mehmet Efendi’ye vermelerini söylemiş. Elini de Mehmet Efendi’nin omzuna koyup sevecen bir ses tonuyla, “Bu altın top senindir, istediğin gibi değerlendir” demiş. “Ayrıca bu altın topu aşağıya doğru fırlatacaksın, topu nereye kadar gönderebilirsen o araziyi de sana bağışlayacağım. Haydi bakalım, Allah yardımcın olsun” diyerek altın topu kendi elleriyle teslim eder Mehmet Efendiye.

Mehmet Efendi bunu, bunca talihsizlik ve kısmetsizlikten sonra Allah’ın bir lutfu olarak kabul eder ve Allah’ına hamdeder. Sonra da Padişah’ın elini öper. Topu alır, iki elinin arasında götürüp getirir ve bir iki dönüş yaptıktan sonra, olabildiğince geniş bir araziye sahip olma umut ve hırsıyla, altıntopu var gücüyle aşağı doğru fırlatır. Altıntop havalanır, Mehmet Efendi’nin başına düşer ve Mehmet Efendi ölür.

Sonunda Mehmet Efendi’nin cenazesi kaldırılır. Mezar taşına da “Padişah Bile Nasiplendiremedi Nasipsiz Mehmet Efendi’yi” diye yazarlar.

Bizim de Türkiye olarak bir altıntopumuz var: Sahip olduğumuz genç, dinamik ve sağlıklı nüfus yapısı. Ülkemizde her yıl eğitim çağına giren çocuk sayısı, 77 milyonluk bir Türkiye nüfusu ele alındığında, 1.5 milyona ulaşmaktadır. Bu sayı nüfusu 80 milyon olan Almanya’da 410 bin, nüfusu 70 milyon olan İngiltere’de 240 bin, nüfusu 65 milyon olan Fransa’da 290 bin, nüfusu 60 milyon olan İtalya’da 116 bin seviyesine ulaşabilmektedir. Eğitim sürecinde bulunan, yani ilk ve orta öğrenim ile yüksek öğrenimdeki toplam öğrenci sayısı olarak ise bu sayı Almanya’da 5 milyona, İngiltere’de 3 milyona, Fransa’da 4 milyona ve İtalya’da 1.5 milyona ancak ulaşırken, genç nüfus yapısı ile dikkat çeken Türkiye’de 15 milyon öğrenciye ulaşmaktadır. Bu sayının 9.5-10 milyonu ilköğretimde, 3-3.5 milyonu orta öğretimde ve 2-2.5 milyonu da yüksek öğrenim seviyesinde bulunmaktadır.

Demografik tahminler Türkiye’nin genç nüfus avantajının 2030-2035 yıllarına kadar devam edeceği yönündedir. Türk toplumu olarak bu şanslı dönemimizi; sağlıklı ve sürekli bir gelişme yolunda en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Ya altıntopumuzu değerlendiremezsek? Bu sorunun cevabı da belli olsa gerek: Artık alın terinin değil akıl terinin ekonomik değerler yarattığı, fiziki gücün değil aklın ön plana çıktığı bilgi toplumunda, yukarıda hep vurguladığımız genç nüfus yapımız avantajımız olmaktan çıkıp, geleceğimizi tehdit eden bir duruma dönüşür. Zira işe yaramayan, istihdam edilemeyen insanlarımızı işe yaramayan makine ve araç gereçler gibi hurdaya çıkaramayız. Sonuçta, onların büyük çoğunluğu işsiz güçsüz insanlar olarak, boynu bükük, pasif ve sessiz mutsuzlar ordusunu oluşturacaktır.

Başarının yolu ise geleceğe iyimserlikle ve umutla bakabilmekten geçer. Altıntopumuzu özenle, umut ve şevkle; onlara, çağımızın gerektirdiği nitelikleri kazandırmaya çalışarak değerlendirelim. Hele hele, onları çağımızın en etkin teknolojik imkanları olan internetten, Facebook ve Twitter’dan, bilişim ve iletişim imkanlarından mahkum bırakmayalım.

ALTINTOPUMUZU çok dikkatli bir şekilde, itinayla ve özenle yetiştirelim. Onu sakın başımıza düşürmeyelim.  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017