Altınaylar çoğalmadan tuzaktan çıkmak zor!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

 

hakan_altinay.jpg

Türkiye'nin ilk robot üreticisi Hakan Altınay'a göre, orta gelir tuzağından kurtulmamız için konsantre alanlar belirleyip, nitelikli şirketler seçip, büyük projeler üretmeliyiz…

Tuzla'dayız...
İstanbul Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi'nde...
Hakan Altınay ile sohbet ediyoruz...
Altınay, robot teknolojisi üreticisi...
Türkiye'nin ilk robotunu o yaptı...
1990 yılında...
İstanbul Teknik Üniversitesi kampüsünde...
  ***
Türkiye'nin robotik serüveni bir akademik çalışma olarak başladı...
Daha doğrusu bir bitirme ödevi olarak...
Sonra çalışmalar devam etti...
Yine Hakan Altınay ve arkadaşları tarafından...
İTÜ ve KOSGEB arasında yapılan protokol ile 1990 yılında kurulan İstanbul Teknoloji Geliştirme Merkezi'nde...
O da bir ilkti...
TEKMER, Türkiye'nin ilk teknoparkıydı...
  ***
İlklerden bahsederken, Türkiye'nin ilk robotuna değinmemek olmaz...
Merak etmeyin...
Dünyada robotik bilminin babası sayılan...
Artuklu beyleri için su gücü ve basınçla otomasyonlar geliştiren...
Çalışmaları yüzyıllar sonra bile Leonardo da Vinci'yi etkileyen...
Cizreli İsmail oğlu El-Cezeri'ye kadar uzanacak değilim...
  ***
Bilindiği kadarıyla, Türkiye'ye ilk endüstriyel robotu Nejat Eczacıbaşı getiriyor...
1979 yılında...
Bir hidrolik boya robotu...
Bozüyük'teki fabrikada sır atma işleminde kullanılmak üzere...
Fakat pek uzun süre çalışamamış...
Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinde yarım saat kadar görev yapmış....
Sonra arızalanınca bir köşeye kaldırılmış...
  ***
Türkiye'nin ilk robotunun ömrü uzun olmadı...
Ama teknolojiyi yakalama çabası devam etti...
Dünyada da robotların endüstriye girişi 1974 olarak kabul ediliyor...
Yani rahmetli Eczacıbaşı'nın ilk robotu Türkiye'ye getirmesinden sadece 5 yıl önce...
Ve Altınay'ın ilk robotu üretmesinden de 16 yıl önce...
Sanayi Bakanlığı, Türkiye'nin endüstriyel robot geliştirdiğini tüm dünyaya duyurduğunda ise yıl 1994'tü...
Seri üretim için kollar sıvandı...
Ancak kaynak bulunamadığı için çalışmalara devam edilemedi...
"Biliyor musunuz" diyor Hakan Altınay, "O zaman seri üretime devam etmek için ihtiyacımız olan para sadece 5 milyon dolardı..."
  ***
Altınay, 1996'dan bu yana Dünya Robot Federasyonu'nun üyesi...
Avrupa'daki 28 robot üreticisinden biri olarak kabul edilmiş...
Bu alanda dünyada dikkate alınan bir şirket...
"Panele girdik" diyor Hakan Altınay, "Bugün Avrupa'da otomotiv ile ilgili hangi proje olsa Almanya'dan üç, İtalya'dan bir, Güney Kore'den bir robot sistemleri üreticisi ve Türkiye'den de Altınay
davet ediliyor..."
  ***
Alyapısı, elektroniği, yazılımı...
Altınay, bütün mekanizmalarıyla otomobil gövdesi yapan bir hattı A'dan Z'ye inşa ediyor...
Renault'nun Fas ve
Romanya'daki gövde
teknolojilerini Altınay üretti...
Tuzla'daki tesislerine gittiğimizde, Ford için üretilen sistemler TIR'lara yükleniyordu. Ve tezgahta bir başka otomotiv devinin Slovenya'daki yeni üretim hattı için hazırlanan robot sistemleri vardı...
  ***
Altınay, pek çoğu doktoralı yüksek mühendis olmak üzere yaklaşık 170 çalışanıyla know-how üretiyor...
Enerjiden savunma sanayiine...
Ve müşterisi bütün dünya...
Şüphesiz, yüksek teknolojinin ihracattaki payı yüzde 5'i zor bulan bir ülke için bu çok ama çok önemli...
Ama bana göre Altınay'ın daha ayırt edici bir özelliği var: Altınay Robot Teknolojileri Sanayi, bir dava şirketi...
Davası, Türkiye'de yüksek teknolojiye dayalı bir firmanın ulusal boyuttan uluslararası bir boyuta taşınması...
Hakan Altınay, "2020 yılında robot teknolojilerinde dünyanın ilk 10 şirketi arasına gireceklerini" söylüyor... Duyması bile heyecan verici... Ama gelin görün ki, Altınay gibilerin sayısı çok az... GERN...
Genetik, enformasyon teknolojileri, robotik ve nano teknoloji... Yüksek teknolojiler dünya ekonomisini yeniden şekillendirirken, Türkiye maalesef bu alanlarda deyim yerindeyse ‘nal topluyor'...
Bu teknolojileri kullanmaktan bahsetmiyorum...
Satın alıp kullanmakta hiç fena değiliz...
Ama iş üretmeye gelince...
Durum malum...
  ***
Oysa, krizle başladığı ama sonra hızla toparlayarak yükselişe geçtiği bu yüzyılda Türkiye'nin kaderi, GERN'de ne ölçüde rol aldığına bağlı olacak. Her çaba, her ihracat değerli...
Ancak kabul etmemiz lazım ki, Afrika'ya fanila, bisküvi satarak ‘orta gelir' tuzağını aşamayız...
Teknolojik ilerlemenin rüzgarını arkamıza almak zorundayız...
Çünkü, en kazançlı, en yüksek katma değerli ürünler orada...
  ***
Hakan Altınay'a sordum: Türkiye bu alanlara nasıl girer? Eli taşın altında biri olarak bütün yetkiler size verilseydi ne yapardınız? "Bu bir mekanizma sorunu" dedi Altınay, "Az önce konuştuk.
1990'larda beş milyon doları bulsaydık bugün biz belki de milyar dolarlık bir şirkettik. Ve Türkiye'nin de çehresi çok daha değişikti..."
  ***
Peki niye olamadı ve niye olamıyor? "Çünkü bir mekanizmanın ön açması lazım" diyor Altınay, "Bunun için önce alanlar belirlenecek. Hangi alanlarda büyümeye karar verilirse o alanlardan firma seçilecek. O firmalara 10 yıl süre ile destek verilecek. Ulusal ve uluslararası performansı izlenecek. Ve bu süreçte, önemli olan kurumun gelişmesi...
Onun için kâr dağıtımı yoluyla şirket sahiplerinin para çekmesinin de önüne geçilecek."
  ***
"Siz" dedim, "Bir tür Güney Kore modeli anlatıyorsunuz..."
"Aynen" dedi, "Onu anlatıyorum. Chaebol sistemi de diyebilirsiniz. Size hedef veriliyor üretimle ilgili. Ve destek de bu hedefe bağlı..."
"Bizde de Ar-Ge'den istihdama pek çok destek veriliyor" dedim...
"Doğru" dedi Altınay, "Son 10 yılda arttı ve çeşitlendi. Bunu yapan kadroları da çok takdir ediyorum. Sanayi Bakanımız da gerçekten önemli adımlar attı. Ama hala ranta dayalı bir toprak parçası için mücadele ediyorsunuz. Mevzuat sabahtan akşama değişiyor. Bizde maalesef girişimcinin işe girişmesinin önünde çok engel var. Ve sonuçta, nefesi dayanmıyor. O zaman da büyük beklentiler içinde sağladığımız desteklerden geriye bir tebessümden başka bir şey kalmıyor..."
  ***
Altınay sözlerine devam etti: "Bakın, ABD'nin Ay'a insan gönderme projesi, Başkan Kennedy'nin bir konuşmasıyla başladı. ‘Bu ulus kendine hedef olarak 10 yıl sonra Ay'a insan göndermeyi seçmiştir' diyordu. Ve bunun için Kongre'den 10 milyar dolar istiyordu. Apollo programının Amerikan ekonomisine geri dönüşü ise belki bir trilyon dolar oldu. O 10 yılda NASA'nın etrafında yaklaşık 6 bin mühendislik firması oluştu..."
"İşte bizim de böyle bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var" diyor Hakan Altınay, "Nitelikli firmalar seçerek büyük projeler üretmeliyiz. Bilim ve teknoloji aritmetik olarak değil, ekstansiyonel büyür. Başarılı olabilirsek inanılmaz bir dönüşüm de gerçekleştirmiş oluruz..."
  ***
"Nasıl, peki? Ciddi bir kaynak gerekmez mi?" Soruma soruyla karşılık verdi Altınay: "Bugün Türkiye'nin kredi hacmi nedir?" Ve kendi yanıtladı: "Kabaca, 850 milyar lira. Bunun yaklaşık yüzde 3'ü geri dönmesi beklenmeyen kredi. Yani yaklaşık 25 milyar. Haydi diyelim ki 15 milyar. 8-9 milyar dolar eder..."
  ***
"Nereye varmak istiyorsunuz?" diye sordum... Devam etti: "Demek ki, Türkiye böyle bir kaynağı bünyesinde eritebilen bir ülke. Biz her yıl nitelikli 10 firma belirleyelim. Diyelim ki, hedefini belirle, projeni hazırla gel! Her birine de 10'ar milyon dolarlık destek verelim ve senin şu alanlarda ortağınız diyelim. Amaç belli: Teknoloji geliştirip, ürün çıkartıp, dünyaya satılacak. Ve biz bu  programı 10 yıl uygulayalım. Elden çıkacak en çok bir milyar dolar olur. Ama bu projeler tutarsa Türkiye'nin dünyada yeri bambaşka olur...
  ***
"Mevcut sanayimizin üretim teknolojisi birikimini alıp, bugünkü konumundan daha üst bir yapıya konumlandırmamız gerekiyor" diyor Altınay, "Ve buna gücümüz de var. Bilgimiz de..."
"Örnek?" dedim...
"Mesela Türkiye bugün oto teknolojileri üretim yeteneğimizi geliştirme kararı alsa, Avrupa'da çok kısa sürede bir numara oluruz. Ya da biraz kırılgan bir alan ama beyaz eşyada da öyle... Aynı şekilde makine endüstrimize hızla kabuk değiştiririz! İnanın buna uzak değiliz..."
  ***
Altınay ile sohbetimizden dört sonuç çıkarıyorum: Bir, kendimize güvenmeliyiz...
Bu topraklarda yüksek teknoloji üretilmez fikri yanlış...
Altınay'ın kendisi bunun ispatı...
İki, teşvik açıklamakla, belge hazırlamakla iş bitmiyor...
Yol haritasının yanına eylem takvimi, uygulama ve eşgüdüm gerekli...
Üç, bazı işlerde reform yeterli değil, devrim niteliğinde adımlar atmak lazım...
Hele ki, teknolojinin dünya çapındaki meydan okumasına cevap verip, orta teknolojili sektörlerden ileri teknolojili sektörlere doğru geçiş yapma niyetimiz varsa, o adımı en başta zihni modelimizi değiştirerek atmamız gerekiyor. Dört, Türkiye'nin geleceği, insanımızın becerileri, üretebilmeyi bilmesi ile doğrudan ilgili. Öyleyse, eğitim sistemimizi, üretim yapımızı, hasılı geleceğimizi buna göre tasarlamamız lazım...
Dünyada da arayış bu...
Merak edenler, Edip Emil Öymen'in dün DÜNYA'daki köşesini okuyup, Rusların yeni bir teknoloji üniversitesi kurmak için nasıl para harcadıklarını görsünler...
  ***
Peki...
Geleceğini kim tasarlayabilir? Yanıt belli, değil mi? Tabii ki, ancak geleceğini düşünen...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar