Altın ve petrol cephesinde jeoekonomik hesaplaşmalar
Opec +’nın üretimi kısması ile yukarı ivmelenen petrol ve ABD’deki bankacılık krizinden kendine bir yol bulmaya başlayan altının perde arkasında jeoekonominin dinamikleri var.
Çoğumuz genelde jeopolitik kelimesine aşinadır. Diğer taraftan jeopolitiğin kapsadığı bir kavram olan jeoekonomi, jeopolitik amaçlara ulaşmak için ekonomik araçların kullanılması şeklinde tanımlanabilir. (Merak edenler için bu kavram, literatüre Edward Luttwak’ın 1990 tarihli From Geopolitics to Geo-economics: Logic of Conflict, Grammar of Commerce adlı yapıtı ile girmiştir. Kendisi uluslararası ilişkiler ve askeri tarih konusunda stratejist bir yazardır, aynı zamanda eski ABD başkanı R. Reagan’ın güvenlik danışmanlığını da yapmıştır.)
Bu kavrama dikkat çekişim salt küreselleşmeden uzaklaşılmasını ifade etmiyor bilakis küreselleşmenin kendisi de rezerv para dolar ile bir çeşit güçlü jeoekonomik gelişmeydi ve dahi bu kavram sadece yaptırım ya da ambargolarla sınırlı değildir.
Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin Avrupa’ya doğru kesenin ağzını Marshall yardımları ile açması da şu anda Çin’in Brezilya’yla kendi ülke paralarıyla ticaret yapma anlaşması da bu tanım kapsamındadır. Hele hele Fransa’nın son dönemde ticari olarak iyice yakınlaştığı Çin hesaba katılacak olursa jeoekonomik ayrışmaların gücü hesap edilebilir. Sanıldığının aksine ABD ve Avrupa sanayileşme söz konusu olduğunda Biden’ın Enflasyonu Azaltma Yasası ve agresif sübvansiyon hamleleriyle bir süredir ayrışmaktadır.
Altın cephesinden bakıldığında küresel finans krizinden bu yana sadece dünyanın fabrikası olarak değil jeoekonomik olarak da bir varlık oluşturan Çin’i görüyoruz. 2010 yılından sonra Çin, merkez bankası rezervlerinde kademeli olarak altını rezerv para dolar ve euroya göre güçlendirme adımları atmıştır.
Diğer taraftan enerji cephesinde Gazprom vasıtasıyla Avrupa’ya enerji sağlamada giderek tekel konumuna gelen Rusya’nın jeoekonomik üstünlüğü yetmeyecek, bir sıcak savaşı da beraberinde getirecektir ancak bu zamana kadar Rusya’nın da altın konusunda rezerv biriktirerek hazırlanması dikkat çekicidir. 2021’e gelindiğinde bu altın rezerv biriktirme adımı doların küresel yabancı para rezervlerindeki payını 70’lerden 59’lara kadar düşürüyor.
Özetle bu ülkeler açısından dolar yerine altın küresel rezerv biriktirme aracı oluyor. Türkiye’nin de son yıllarda artan altın talebi hem rezerv biriktirme aracı olarak hem de kısıtlamalar getirilmesine karşın altın ithalatında dikkat çekicidir. Dünya Altın Konseyi verilerine göre 2022 yılında TCMB, 148 ton altın alarak toplam rezervini 542 tona çıkardı ve dünyada en çok altın alan merkez bankası oldu. Ayrıca bu gelişmenin konvansiyonel ekonomi politikasının dışına çıkıldıktan sonra yaşanması da tesadüf değildir.
Altın, dünyada en klasik güvenli liman olarak görülür ve savaş, enflasyonist ortam gibi kötü veriler onu yukarı yönlü fiyatlar. Son dönemlerde küresel ekonomide bu kötü koşullar sağlanmasına karşın Fed’in agresif faiz artışlarının tüm varlık fiyatlarını baskıladığı gibi altını da baskılamış olduğu gerçeği vardı ancak ardından gelen bankacılık krizinin bu değerli metale açık bir aralık bıraktığını da görüyoruz.
Son gelen tarım dışı istihdam verisinin hala beklentinin üzerinde kalması ve enflasyon endişeleri diğer resesyon sinyallerine karşın Fed’in kısmi de olsa faiz artışına bir dönem daha devam edeceği beklentisini güçlendirirse değerli metalin ivmesini bir miktar kırabilir ancak uzun vadede oluşacak yukarı yönlü trend küresel bankalardaki mevduat çıkışları da düşünüldüğünde kalıcı gibi…
Petrol cephesinde ise OPEC +’nın üretim kısma kararlarında üstü örtülü bir jeoekonomik kırılma görüyoruz ki burada birliğe dahil olan Rusya ve dışarıdan Çin’in yadsınamaz katkısı var. Çin’in açılmasından da talep yönlü beslenen petrol fiyatına yönelik tek umut, küresel resesyonun (yumuşak iniş olarak tabir edilen cinsten) bir nebze onu dizginlemesi olacaktır. Bu durumdan Batı’nın tavan fiyat uyguladığı Rusya petrolünün avantaj sağlaması ise kaçınılmaz görünmektedir.