Altı yaş çocuk zihin yapısında olunca
Eminim zaman zaman aklınızla alay edildiğini düşünüyorsunuz. Yapılan açıklamalar ister siyasetçilerden, ister iş dünyasından ya da son yılların moda deyimiyle “celebrity” tabir edilen zat-ı şahanelerden, hatta ve sıklıkla gazetecilerden gelsin, anlaşılır gibi değil. Anlamsızlık dil, din, ırk, coğrafya tanımıyor. Anlamadığınız için değil, ama söylenenleri ve yapılanları hak etmediğiniz için canınız yanıyor. Anlamak için onlar gibi mi olmak lazım, reddedip yalnızlıkta yok olmak mı gerekiyor… Her ikisi de zaten yok olmak demek değil mi? Değişim dedikleri şey bu mu?
Genel olarak insanlık altı yaşında çocuğun zihin yapısıyla hareket ediyormuş. Zihnin, bilinç denen kısmı topu topu yüzde 3’lük bir kütle oluşturuyormuş. Bunu duyunca madem ezelden bilinçsiziz neden bu kadar çaba ve eziyet diyebilirsiniz. Hayat böyle tuhaf işte. Ya geri kalan yüzde 97? Sormayın asıl korkutucu olan da bu ya… Orası otomatik, altı yaşına kadar ne duyduysanız, neyi anlamlandırdıysanız alıyor ve otomatik pilota bağlıyor.
Mutsuz aile bireyleri ya da siz, dengesiz patron, performans gösteremeyen çalışan, tehditler savuran liderler, kadınları doğrayan cani erkekler, kendini patlatan insancıklar, yaşama hakkını vermeyen herkes!... Anlatılanları, kendinize, şirketinize, ülkelere, hükümet ve devletlere, dünya liderlerine, lokal ulusal liderlere kurumsal ve bireysel tüm yapılara uyarlayarak okuyun. Daha önce anlamlandıramadığınız bir yer aydınlanacak, emin olabilirsiniz.
Değişim yöneticisi
Kendisini, reklamcı stratejist kimlikleriyle tanıdığım Eralp Caner “Değişim Yöneticisi” olarak karşıma çıktı. “Ne demek Değişim Yöneticisi?” diye sordum doğal olarak; hem kurumsal hem de bireysel bazda çalıştığına dikkat çekerek sözlerine başladı: “İlgi ve çalışma alanım değişimi sağlayan ya da engelleyen, bu değişimi yeterli/yetersiz kılan zihin. Zihin üzerinde çalışıyorum. Yaptığım şey şu; bireylere istedikleri yere gitmeleri için kendilerini zihinsel olarak destekleyebilecek otomatik mekanizmaları kurmalarında yardımcı oluyorum. Aslında kariyerim boyunca insan zihniyle uğraştım.” Yaptığı çalışmaları uzaktan da olsa biraz izlediğim için bunun gel geç modalardan biri olmadığını biliyorum. Yarı zamanlı New York ve İstanbul’da çalışıyor. Şu ana kadar 3000 bireyle çalıştığını tahmin ediyor. Değişim Yönetimi adını verdiği zihin çalışmalarını eğitmen düzeyinde yapabilme sertifikasına sahip dünyadaki 45 kişiden biri.
Anlattıklarından sonra çevreme daha dikkatli bakınca, konunun ne kadar kritik-tehlikeli-hayati olduğuna kanaat getirdim. Bir saatli bombanın üzerinde oturuyoruz. Birileri bizimle, biz birileriyle oynayıp duruyoruz. Caner’in oynadığı kısım ise hızla evrilen ve değişen dünyada yerini bulamayanları eksenine oturtmak. Biraz yönetim bilimi, biraz psikoloji, biraz matematik var işin içinde. Tekrar etmek isterim, soru ve cevapları yalnızca kendiniz için değil, kurumunuz ve toplum için de kutunun dışında okuyabilirsiniz.
“Değişim yöneticisi algı yönetimiyle mi uğraşır?” diye sordum. Şunları söyledi: “Algı sistemini farklı açılarda tanıyıp, algının değiştirilmesi ile alakalı mekanizmaların neler olduğunu keşfetmeye başladığım zaman olay değişti. Kitle algısını etkileyip, satın alma dürtüsünü gerçekleştirip, harcanan parayı artırmayı sağlamanın ötesinde (geçmiş reklamcı-stratejist kimliği), insan gelişimine odaklandım (şimdiki değişim yöneticisi kimliği).”
Bunun adı zihin formatlamak mı?
Zihin formatı benim sevdiğim bir şey değil. Değişim diyelim… Birey olarak, kurum olarak, toplum olarak, adapte olmamız gereken değişim sürecinin hiç bitmeyen bir proses olduğunu görüyoruz.
Değişim ya da değişememek bizi hasta ediyor değil mi?
Aslında hikayemiz çok basit. Ortamın gereklerine doğru cevap verip istediğimiz istikamette doğru performans üretebilmemiz için bizimle beraber çalışan ya da yaşayan insanların zihinlerinin değişime izin verecek şekilde modellenmeleri gerekiyor.
Neden modellemek? Amaç ne, performansı artırmak mı?
Tabii. Performans artırmak veya değiştirmek. Vizyoner kurumlar insanla çalıştıklarının idrakindeler. Performans beklediğimiz, makine parçası birey. Bireyin kendi algıları kadar performans gösterebildiğini kabul etmek lazım. Algı dediğimiz şey, herhangi bir reaksiyon ya da tepki üretebilmemiz için ortamı, kişiyi, olayı kendi duyularımızla, bilgisayarımızın içerisine alıp önceden öğrendiklerimiz ve bunlardan oluşan çıkarım ve inançlarımızla yoğurup bir duygu üretmek o duygudan da bir aksiyon çıkartmak. Performans her şey: fiziksel sağlık da bir performans, huzur da bir performans… başarı, ilişki, uyku bile bir performans.
Yani yalnızca satış rakamlarını anlamayacağız
Satış rakamları performanslardan sadece bir tanesi. Başka bir örnek; bir yöneticinin özel hayatında, örneğin anne babasıyla ilgili çözümleyemediği, bu yüzden psikolojik ve performans dünyasında engel olarak duran birtakım inançlarını dönüştürmesine yardım ettiğinizde iş performansından tutun, hayatındaki bütün alanlardaki performanslarına değmiş oluyorsunuz. Her şeye müdahale edebilmek mümkün.
Formül?
Bilinç dediğimiz şey, performansımızın sadece yüzde 3’ünü yönetiyor. Yüzde 3 de bayağı iyi bir rakam. Performansımızın yüzde 97’si otomatik sistemlerimiz tarafından yönetiliyor. Geçmişte öğrendiklerimiz, inandıklarımız, yaşadığımız tecrübeler sebebiyle ürettiğimiz inançlar. Birey bir konuya bilinç dışı seviyede inanabiliyorsa, o bölüm zaten bütün hücrelerini yöneten otomatik bölüm olduğu için sistemi ona göre programlıyor.
Makineyi ayarlarına döndürmekten mi söz ediyoruz? Her şeyimiz doğuşta iyi ama üzerine koyduklarımızla yolumuzu mu kaybediyoruz?
Aynen öyle. Bilinç dışı bölümümüzün herhangi bir değerlendirme yetisi olmadığı için yaşadığı tecrübeyi, olduğu gibi kabul ediyor. Bu da 0-6 yaş arasında gerçekleşiyor. Bütün hayatımızın yüzde 97’sini, ortalamada altı yaşında bir çocuğun bilinç seviyesiyle edinmiş olduğu temel programlamalarla tekrar ve tekrar ve tekrar yaşıyoruz.
Birçok kişiyi tek bir yöne ya da noktaya yönlendirmek mümkün mü?
Teknoloji kullanıyoruz, örneğin “Mind Voice” dediğimiz zihnin sesi teknolojisinden faydalanıyorum. İnsanlar herhangi bir konu ile alakalı konuşmaya başladıklarında ciltlerindeki elektrik iletkenliklerinin değişkenliği ile seslerinde kullandıkları tonlar arka taraftaki gerçek duygu dünyasının ne olduğunu netlikle gösterebiliyor. Bilinç seviyesiyle çok az çalışıyoruz. Bilinç seviyesi hikâyenin yüzde 3’ü. Hepimiz ne yapmak istediğimizi, ne olması gerektiğini çok iyi biliyoruz. Ama yapabilmek başka bir şey. Yapabilmek için arka taraftaki temel yazılımın izin veriyor olması lazım. Diyelim, paraşütle atlamak istiyorsunuz, arka tarafta yükseklikle alakalı herhangi bir kayıt varsa veya atlamakla ilgili herhangi bir kaygı varsa, “atlama düşersin” demek bile yeter. Paraşütle atlayamazsınız. Çünkü yüzde 97’lik bölüm size engel olmaya başlayacak.
Yazılımı revize edersek o paraşütle atlamak mümkün mü?
İnsanın gerçeğini algısı yaratıyor. Dolayısıyla herhangi bir sorun yaşanıyorsa, insanlarda o gerçeği yaratan algıları değiştirmeye başladığınızda, duygularla birlikte performans da değişiyor. Performans değiştiğinde istenen sonuca yürüyebiliyor. Ben tersinden okuyarak bir süreç yazdım; “Başarı için Algı Çerçeveleme” adını verdim.
Performansı ne etkiler?
İnançlar.
İnanç deyince ne anlamam lazım?
Kısıtlayıcı ya da destekleyici inançların olabilir. Yapabileceğine inanıyor olabilirsin, yapamayacağına inanıyor olabilirsin.
İnanç değişir mi?
Değişir. İnsanın kendisini yeniden programlayabilmesi mümkün.
“Yeni Bir Ben”e ulaşmayanların çıkışı var mı?
Yok! Değişime adapte olmamız lazım. Ben, anlattıklarımın hepsini bizatihi yaşamış biriyim. Kaldı ki, hayatta daha iyiye değişmek istemeyecek bir zihin tanımıyorum.
*Söyleşinin tamamını yaprakozer.com’da dijital izleyebilirsiniz, Eralp Caner’le ilgili daha fazla bilgi için www.indekskonusmaciajansi.com