Almanya'ya teşekkürlerimizle...
Trump'ın daha göreve seçilmeden diline doladığı NATO üyesi ülkelerin savunma harcamalarını artırması gerektiği meselesi aslında çok daha eskilere dayanıyor. NATO dışından silah alan Türkiye de tepki alırken, bu hafta ülkelerin NATO ve savunma politikalarına bakalım istedik...
Trump neden sürekli NATO'dan şikâyetçi?
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği tahribat giderildikten sonra, Avrupa ülkelerinin kendi savunmalarını öngören NATO İttifakı’nın bütçesine daha fazla katkıları olması gerektiği ABD tarafından sık sık dile getirildi. Daha 1960’lı yıllardan başlayarak Avrupa ülkelerinin ABD’nin sağladığı savunma sisteminden yeterli bedel ödemeksizin yararlandıkları iddiaları ortaya atılmıştı. Geçen yıl NATO’nun yıllık 921,5 milyar dolar olan savunma bütçesinin yüzde 72’sini de ABD karşılamış. Ancak savunma alanında ortaya konulan rakamları, harcama kalemlerini yakından inceleyerek değerlendirmek, paraların ne maksatla harcandığını araştırarak yorumlamak lazım. Mesela, bir ülke ne kadar kendisinden uzak olan ülkelerde savunma harcaması yapıyorsa, masrafları o kadar yüksek olur. Birleşik Devletler’in dünyanın muhtelif yerlerinde üsleri var. Bu üsler Amerikan savunmasının da ön hatları. ABD'nin harcamalarını artırmakla birlikte, bunların sadece ABD’nin yaptığı ve karşılığını görmediği masraflar şeklinde nitelendirilmesi doğru olmayacaktır. Türkiye ise NATO’da en fazla harcama yapan 8’inci ülke olmuş. Ancak hesaba katmamız gerekir ki, Türkiye askere aldığı erlere ciddi bir ücret ödemiyor. Buna karşılık Batı ülkeleri profesyonel ordulara yöneldiklerinden personele çok daha yüksek ücretler ödemek zorundalar. Türkiye’nin harcamalarının daha fazla bir kısmını askeri donanıma yatırıyor şeklinde değerlendirdiğiniz zaman tahminimce 8'incilikten daha öne geçecektir.
Avrupa ülkelerinin NATO içindeki konumu değişir mi?
AB tek başına savunma gücü oluşturacak iradeye sahip bir örgütlenme değil. Buna karşılık, az sayıda AB ülkesi yeterli savunma gücü kurabilecek imkâna sahip. Her biri kendi savunmasını planlıyor ve planlamayı yaparken bir bölümünü ortak savunmaya dönük, bir bölümünü de ulusal ihtiyaçlara cevap vermek üzere tasarlıyor. Bu durumda AB'ye üye ülkelerin NATO içerisinde bir Avrupa grubu olarak hareket etmesi de imkânsız gözüküyor. NATO’nun Batı Avrupa kanadında büyük askeri güce sahip üç önemli ülke Fransa, İngiltere ve Almanya’dır. Fransa ve İngiltere gerektiğinde kendi askeri güçlerini, Orta Doğu ve Afrika örneklerinde görüldüğü gibi, kendi çıkarları yönünde kullanmaktan çekinmiyor. Almanya ise sorunlu bir ülke. İkinci Dünya Savaşı sırasına Avrupa’yı yıkıma sürükleyen bir ülke olduğu ve savaştan sorumlu tutulduğu için, sahip olduğu askeri gücü kullanmakta son derece ihtiyatlı. Mesela, Alman ordusu ABD ordusu gibi Avrupa’nın çeşitli noktalarında üsler kurarak yayılmaya başlasa, Almanya’nın çok güçleneceği düşüncesiyle, Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri bundan rahatsızlık duyar. Bunun yanında, Almanya’nın Avrupa’nın savunmasında önderlikten kaçınmasının altında kendi iktisadi refahını sarsacak bir masraf kapısı açılacağı endişesi de yatıyor. Küçük Avrupa ülkeleri ise, savunma harcamalarını artıracak olsalar bile, kendileri için yeterli güvenlik sağlayamazlar. O zaman harcamalarını niye artırsınlar diye sorulabilir. Bunların hepsini bir araya koyduğunuzda, en son tahlilde, ABD liderliği olmadan bir Avrupa savunması oldukça zor görünmektedir. ABD'nin varlığı bir anlamda Almanya’yı da dengelemektedir.
Peki, Avrupa Birliği ülkeleri savunma bütçelerini artırır mı?
Avrupa’daki kamuoylarında savunma alanına kaynak aktarmada isteksizlik olduğu muhakkak. Bu isteksizlik böyle bir güvenlik girişimine yeterince ihtiyaç duyulmadığı değerlendirmesinden kaynaklanıyor. Peki, gerçekten yok mu ihtiyaç? Yumuşak tehditler diyebileceğimiz tehditler var ki, ben terörü ve göçü de bu kalem içinde ele alıyorum. Bunlar için zaten klasik savunma sistemlerine ihtiyaç yok. Askeri savunma konusuna gelince, geçtiğimiz hafta Brüksel’de katıldığım bir toplantıda bir siyasetçi “Alman halkını Başkan Trump’ın savunma harcamalarını artırmanız gerekir sözleri etkilemiyor ama, Rus tehlikesi artmaktadır sözleri etkili olur” tespitinde bulundu. Avrupa kamuoylarını savunma konusunda ek fedakârlığa ikna etmek için Rusya’nın bir tehdit oluşturduğu fikrinin daha yaygın kabul görmesinin gerektiği anlaşılıyor. Gerçi Rusya’nın özellikle Kırım’ı ilhak etmesi ve Ukrayna rejimini sarsıcı girişimlerinden sonra, Rusya’nın yeterince iyi niyetli bir ortak olmadığına yönelik tereddütler arttı. Keza Libya dahil, Rusya’nın Ortadoğu’da da yeni nüfuz alanları kurma çabaları dikkatlerden kaçmıyor. Avrupa, geleneksel iyimserliğini elden bırakmayarak, Rusya'nın karşılıklı iktisadi bağımlılık yoluyla dengelenmesinin askeri yönden durdurulmasına nazaran daha etkin olduğu görüşünde. Ama zaman içinde ilişkiler gerginleşebilir. Diğer yandan hemen her Avrupa ülkesinde yükselen ve aşırı milliyetçi karakter sergileyen popülist hareketlerin savunma alanında yapılacak işbirliklerine de karşı olduğu unutulmamalıdır. Öyle anlaşılıyor ki NATO savunmasını planlarken her ülkenin kendi savunma kapasitesini de muhafaza etmek isteyeceğini peşinen kabullenmek durumundayız.
Türkiye'nin savunma hamleleri NATO'yu rahatsız ediyor mu?
Her ülkenin NATO ittifakı içerisinde ortak çıkarları olmak yanında, NATO bağlantısı ile çelişen çıkarları da olabiliyor. Bir ülkenin NATO dışındaki çıkarları NATO strateji ve politikaları ile çelişmediği sürece sorun yaratmıyor. Ancak NATO içerisinde çelişen çıkarların örneğini, bizim gibi Kıbrıs’ı yaşayan ülkeler, çok iyi bilecektir. NATO içindeki bir başka sorun da bazı ülkelerin, izlediği iç veya dış siyaseti onaylamadığı gerekçesiyle, başka bir üyeye silah vermemesi. Dünyada büyük bir silah borsası var, bir yerden alamadığınızı, bazı kalite farkları olsa bile, başka yerden alabiliyorsunuz. Ancak bu tavırlar ittifakın dayanışmasını ve savunma gücünü zayıflatıyor. Üstelik, ittifak dışından aldığınız silahlar NATO sistemiyle entegre olmayabiliyor. Bu da bir ülkenin tüm kabiliyetlerinin ittifak için kullanılabilirliğini engelliyor. İstenmeyen bir durum olmakla birlikte, bir müttefike silah vermemeyi öngören bu tür olumsuz davranışlar, aynı zamanda silahın esirgendiği ülkelere ittifaktan bağımsız hareket etme kabiliyeti vermektedir. En son tank satışını durduran Alman dostlarımız, tank motoru imali için teknolojik destek vermekten vazgeçen Avusturyalılar, uzun vadede Türkiye’nin kendi tankını yapmasına önemli bir katkıda bulunmuş olacaklardır. Türkiye Atatürk Barajını da, barajı yaptırmamak için kredi yollarını kapatan Batılı ülkeler sayesinde yapmıştı. Bu sayede Türkiye dünyada büyük kapasiteli baraj yapma kabiliyetine sahip az sayıda ülkeden biri olma becerisini kazandı. Bu engellemeler sayesinde sağladığımız ilerlemeler dolayısıyla Batılı dostlarımıza belki de bolca teşekkür borçluyuz. Almanya da Türkiye’yi kendi tankını yapmaya yönlendirdiği için içten bir teşekkürü hak ediyor.