Almanya ne yapmaya çalışıyor
Finansal piyasalar cephesinde riskten kaçınma eğiliminin güçlendiği, spekülatif karakterli kısa vadeli iyimser beklentilerin tükenmeye devam ettiği bir haftayı geride bıraktık. Fiyat oynaklığı artarken, işlem hacimleri düştü. Gelişmekte olan ekonomilerden kaynak çıkışı yaşandı, endişe büyüdü. Bu eğilimlerden rahatsız olanlar her zamanki gibi mevcut durumun sürdürülemez olduğunu unuttular ve suçlu aradılar: Almanya'nın aldığı açığa satış yasakları olumsuzluğun sebebi olarak öne çıkarıldı! Finansal sermaye ve onu yönlendirenler oyunun kuralları ile oynanmasından rahatsız oldular!..
Önce Almanya'nın aldığı kararları hatırlayalım: Euro bölgesi ekonomilerinin devlet tahvilleri açığa satılamayacak benzer sonuç üreten söz konusu tahvillere ilişkin CDS'ler (credit default swap) ve bu menkul kıymetlerden büyük portföy tutan bazı finans hisseleri de açığa satılamayacak. Bu karara başta finansal piyasalar ve bazı AB ülkeleri tepki verdiler. Almanya'nın ne yapmak istediğini yani anlamadılar, ya da anlamak istemediler.
Hatırlanacağı gibi Yunanistan'a yardım konusunda ve devamında 750 milyar Euro'luk pakette Almanya'nın direnci açığa satışlarla yapılan spekülasyon sayesinde kırılmıştı ve devamında Avrupa Merkez Bankası tahvil alımına başlamak durumunda kalmıştı. Finansal sermaye ve onu yönlendirenlerin amacı başta Almanya olmak üzere tüm engelleri aşarak Avrupa Merkez Bankası'nın bilançosunu kontrolsüz bir şekilde büyümeye zorlamak ve Euro'yu yıpratmaktı. Bu sayede hem bu spekülasyonlara katılanlara para kazanacak, hem de dolar güçleniyor gibi görünecek ve enflasyon ile faizlere ilişkin yükseliş endişeleri azalacaktı. Devlet tahvilleri, bunların CDS'leri ve büyük finans hisselerinin açığa satışı hedefe ulaşmakta önemli rol oynayacaktı; tahviller değer kaybedip, AB'nin mali sistemi yıprandıkça Euro değer kaybedecek, Euro değer kaybettikçe olumsuz beklentiler öne çıkacak ve bir kısır döngü oluşacak, AB yetkilileri bu baskıya dayanamayacak ve hedefe ulaşılacaktı.
Almanya bu gidişin orta uzun vadedeki maliyetini görüyor ve direniyor; Avrupa Merkez Bankası'nın tahvil alımlarını sınırlı tutmaay ve bilançosundaki yıpranmayı sınırlamaya çalışıyor; ancak bu sayede Euro'yu koruyabileceğini ve devamında yaşanacak felaketi önleyebileceğini düşünüyor. Aksi takdirde faturanın çok büyük bir kısmının kendisine çıkarılacağını ve büyük bir istikrarsızlığa sebep olabileceğini görüyor. Aldığa açığa satış kararlarını Euro bölgesinde yaygınlaştırmaya çalışıyor, tek başına Almanya'daki uygulamanın yeterli olmayacağını biliyor. Eğer başarılı olamaz ise Euro kullanmaktan vazgeçmek zorunda kalabileceği düşüncesini de diğerlerini ikna amacı ile kullanmak zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu strateji finansal sermaye ve onu yönlendirmeye çalışanlarda çözülme yaratıyor, likidite azalırken fiyat oynaklığı büyüyor, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Euro'nun dolara karşı değeri 1.10 ve 1'e gidecek şeklindeki analizler piyasaya sürülerek çözülmeyi önlemeye çalışanlar şimdilik başarılı olamıyor; Euro toparlarken gelişmekte olan ekonomiler de sarsılmaya başlıyor...
Yukarıdaki bakış açısı ile sergilenen çifte standardın arka planını anlamak mümkün olumoyr. Anlayamayanların da güvensizliği büyüyor. Küresel kredi krizi sırasında ABD açığa satış yasağı getirirken hiçbir eleştiride bulunmayanlar Almanya benzeri bir hamle yaptığında neden tepki veriyorlar sorusu bu süreçte etkili oluyor. Fakat İngiltere'nin tepkisine rağmen Fransa ve Almanya'nın açığa satış spekülasyonunda belirleyici rol oynayan hedge fonların faaliyetini sınırlamak konusunda uzlaşmış olması pek tartışılmıyor, bu fonları zaman zaman tetikçi olarak veya finansal sermayeyi yönlendirmekte öncü şeklinde kullananlar ağzını açamıyor...
2009 yılı Nisan ayı başında G-20'ler Londra'da toplanmış ve bazı kararlar almıştı, kısa vadede kayıpların telafisi adına krize sebep olan yöntemle güven kaybı geri alınacak, orta vadede ise sorunun çözümü için etkili düzenlemeler hayata geçirilecekti. Eğer kalıcı çözüm yönünde küresel uzlaşı mümkün olmaz ise her ülke kendi başının çaresine bakmak ve kurallarla oynamak zorunda kalacaktı!
Gerekli düzenlemelerin öncelikle finansal sermayeyi denetim altına alması gerekiyordu. Kuralsızlığın verdiği gücü kendi çıkarları için kullananları yola getirmenin bir tek yolu vardı, kuralsızlığın yerini yeni kural ve düzenlemelerle doldurmak...
Son haftalarda yaşanan gelişmelere bakılır ise günü kurtarıp sorunları ağırlaştırma döneminin sonu yaklaşıyor. Siyasi iradeler ile geniş topluluklar arasındaki gerilimin yükselmesi buna işaret ediyor. 2009 yılı olumsuz başlamış fakat sonu nispeten daha iyi olmuştu. 2010 için durum tam aksi yönde olabilir, hareket yeteneğinin daraltılması finansal sermayeyi son haftalarda gördüğümüz gibi tepkisel hale getirebilir, bu süreçte tüketici güveni sarsılabilir. Kısa vadeli spekülatif eğilimlerle günü kurtarma dönemi bitiyor, kamunun ön plana çıkıp özel sektörün geri planda kalacağı sorunlarla yüzleşme dönemi kapıyı zorluyor.
Küresel sermaye kuralsızlık sayesinde güçlenmiş, geniş kesimler uyutulmuş ve sorunlar büyümüştü; fakat artık her şey mecburen değişmek zorunda kalacak gibi görünüyor...