Allah kerim?
Bir daha bu konuda yazı yazmayacağım. Rahmetli babamın kendi bestesi bir Mahur şarkının yine kendine ait güftesinde “Ben söyler ben dinlerim ahımı şarkı diye” bir satır vardı. Anlaşılan ben ve benim gibi bir çok arkadaş ahımızı kendimiz söylüyor kendimiz şarkı niyetine dinliyoruz. Son defa yazıyorum: Ağalar, paşalar, beyler, hanımlar, iktidarlar, muhalifler, odalar, borsalar, birlikler, federasyonlar, konfederasyonlar, borç alanlar, borç verenler etmeyin tutmayın. Bu akıllı işi değil. Bunun sonu kimse için iyi olmayacak. Getirisini hesaplamadan borç almayın. Getirisi sağlam olmayanlara borç vermeyin. Satış yapacağız, popüler olacağız diye kredi açıp milleti borçlandırmayın. Günü belki kurtarırsınız ama bu işin içinden torunlarımız bile çıkamaz. Bu yıl daha bitmedi piyasaya şimdiden 200 milyar TL KOBİ kredisi pompalanmış. BDDK'nın mayıs ayı verilerine göre 3 milyondan fazla KOBİ'nin bankalara kredi borcu varmış. Toplam KOBİ kredisi borcu ise 400 milyarı TL, 80 milyarı döviz cinsinden olmak üzere 480 milyarmış. Geçen yıl mayıstan bu yıl mayıs sonuna 22 binden fazla KOBİ yasal takibe girenlere katılmış. Takipteki borç miktarı aynı dönemde yüzde 30.5 artmış. Kredi alan KOBİ’lerin %10 icralık olmuş.
Bankalar Birliği'ne göre mart itibarıyla bankalara kredi veya kredi kartı borcu bulunan ve borcunu halen ödemediği için yasal takibe giren kişi sayısı 3 milyon 38 bin 590 kişiyi buluyor. Buna göre bankaların varlık yönetim şirketlerine devrettiği 1.5 milyon kişiyle birlikte toplam 4.5 milyon kişi borca batmış durumda. Sorunlu krediler, 2012'den beri toplam kredilerden daha fazla büyüyor. Bu bireysel krediler konut kredisi, taşıt kredisi, ihtiyaç-diğer krediler ve bireysel kredi kartı toplamından oluşuyor ve toplamı 456 milyar TL. ve nüfusun üçte birine ait.
Üniversite öğretim üyeliği yaptığım yıllarda işletmecilik alanında lisans, yüksek lisans ve doktora dereceleri almaya çalışan öğrencilerime her ders yılı başında bir soru sorardım: İşletmeci olup da ne yapacaksınız? Veya Neden işletmeci olmak istiyorsunuz? Tabii doktora öğrencileri farklı cevaplar verirlerdi. Onların çoğu üniversite öğretim üyesi olarak bir kariyer sahibi olmayı umuyorlardı. Lisans ve yüksek lisans öğrencileri bu kariyeri para için yapmak istedikleri yönünde cevaplar verirlerdi. Bir başka soruyu o zaman sorardım: “Parayı ne yapacaksınız?”. Genellikle bu soruya şaşarlardı. 20-22 yaşlarındaki insana bu soru sorulur mu? Cevaplar genellikle gülücüklerle desteklenen ‘iyi hayat’ tanımlarına odaklanırdı. Ben de ısrar ederdim “Peki, ev, bir ev daha, araba, seyahat, güvence yatırımları. Peki sonra?” cevaplar orada tıkanırdı. Çok ama çok az sayıda genç özel tüketim dışında kalan ‘hayır işleri’, ‘sosyal faaliyetler’ ve aslında şaşırtıcı olan ‘esas yapmak istedikleri ve para getirmeyeceğine inandıkları (ressamlık, arkeoloji gibi) işlere yönelmek için mali güvence istediklerini söylerlerdi. Yani, belliydi ki düşünce “Paramız olsun da gerisi Allah kerim” şeklindeydi. Aradan zaman geçti. Ben üniversite öğretim üyeliğini bıraktım. Evliya Çelebi misali dolaşıp bu sefer iş adamlarına eğitim vermeye başladım. Arada sırada da iş adamlarına eğitim veren eğitmenlere ve işletmecilik hocalarına da eğitim verdim. Başarısızlık nedenleri veya sıkıntıları sorulduğunda, iş adamları, dünyanın her tarafında aynı şeyi söylerler:
1) Finansman;
2) Bürokrasi.
En başta finansman. Daha önceki bir yazımda değinmiştim. ‘Sektörün Sorunları’ veya ‘İş Dünyasına göre Çözümler’ tipi araştırmalar yapmayın diye. Sorun ben size sonuçları söylerim demiştim. Diğer sayılanların hemen hepsi finansman sorunu çözülürse çözülebilecek sorunlardı. Girdi fiyatları mı yüksek? Ucuz hatta bedava finansman bunu çözerdi. Alt yapı mı yetersiz? Bastırırsın parayı yeniler, yeterli hale getirirsin. İşçi mi pahalı? İthal edersin. Bir Allah’ın kulu da “Kardeşim bizim yönetimimiz yetersiz. Yani, stratejimiz ya yok ya da stratejimizin ipe, sapa gelir hali yok. Neyi nasıl üretip nasıl pazarlayacağımızı bilmiyoruz ya da beceremiyoruz” demez. Bir iki soruyla devam ederdim. “Parayı ne yapacaksınız?” Cevaplar hazır: “Tesis yenileyeceğim, dış pazarlara açılacağım, ham madde ithal edeceğim, vs. Yani sorunlar da biliniyor çözüm de. Yeter ki para bulunsun! Anlaşılan iş adamları da öğrenciler gibi düşünüyor. “Paramız olsun da gerisi Allah kerim”
İşletme yöneticileri böyle düşünüyor da bazı devlet yöneticileri farklı mı düşünüyor? Maalesef hayır. Öyle olmasa bu kadar adı kalkınmakta olan ülke neden çabalama kaptan ben gidemem demeden gittikçe borç batağına batıyor. Paraya çevrilebilecek kaynaklar ya finansman piyasalarına kağıt olarak sokulup satılıyor, ya da resmen satılıyor. Okurlarım hatırlayacaklardır beş çeşit kaynak vardır: Para, alt yapı ve fiziki kaynak, know-how ve enformasyon, insan gücü ve stratejik işbirlikleri. Özellikle fiziki alt yapı ve tesisler ile para kapsamındaki diğer kaynaklar (kıymetli metaller gibi) ya karşılık gösterilip borç alınıyor veya tahvile çevrilip ticareti yapılıyor. Altına dayalı tahvil, dövize dayalı kağıt, arazi temelli senet, özelleştirme, varlık fonu falan para yaratılıyor. Onlar da “Para olsun da gerisi Allah kerim” diyerek gidiyorlar.
Babanızdan miras kaldıysa ne ala. Yok başkasından borç alacak ve parayı keyfinize veya başka borçlarınız kapatmaya harcamayacaksanız önemli bir soruya cevap bulmalısınız: “ROI ne olacak ve bu ROI paranın maliyetini örtecek mi?”. ROI malum yatırım getirisi demek. Yani, parayı nerede kullanacaksanız onun size ne kadar getiri sağladığını yani verimliliğini gösteren bir rakam. Yatırımın yapılması veya sürdürülmesi gerekip gerekmediğine bu getiri yatırım maliyetinden yüksekse olumlu cevap vereceksiniz. Paranın maliyeti hemen hazır. Getiriyi hesaplamak o kadar da kolay değil.
Eskiden (ve hala) yapılabilirlik etüdü (feasibility study) denilen bir mecburiyet vardı. Devletten selam isteseniz yapılabilirlik etüdü isterlerdi. Yani devlet “Ben selam verir isem bana dönüşümü ne olacak yaz bakalım” derdi. Hatta o sıralar en çok satan kitaplar arasına UNIDO denilen Birleşmiş Milletler örgütün bu konudaki iki kitabı girmişti. Bu iş sonunda Türkiye’de yapılabilirlik etüdü hazırlayan düzinelerle danışmanlık firmasının doğuşuna yol açtı. Ben o sıralar bir araştırma yapmış, hiç bir danışmanlık firmasının “Bu işe girmeyin kardeşim” diye rapor verdiğini görmemiş, sonuçları da o zamanın sanayi bakanına rapor etmiştim. Nedense, her yapılabilirlik etüdü “Yapıla” olarak karara bağlanırdı. Bunun sonucu da yatırımcı teşvik, kredi, arazi veya hiç bir şey olmasa izin koparırdı. Yani bu yatırım maliyeti-getiri karşılaştırması kavramı öyle yeni bir şey değil. Herkes de iyi kötü bu hesabı yapabilirim sanıyor. Benim deneyimim maalesef çoğu hesap çok iyimser hatta 'Allah kerim’e dayalı. Hesaplar Allah kerime dayalı olmasa bu kadar işletme neden sıkıntı çeksin?
Peki bu neden böyle yapılıyor? Seçim, siyaset, vs. her şeyi bir tarafa bırakın yapılabiliyor da ondan. Neden yapılabiliyor çünkü para gelsin gerisi Allah kerim diyen talep sahiplerinin karşısındaki para verenler ince eleyip sık dokumuyorlar. Neden? Çünkü para onlarda bol kasada, hesapta yatacağına ver gitsin. Dönenlerin getirisi dönmeyenlerin maliyetini örterse ne ala. Yani onlar da Allah kerim diyorlar. Allah elbette kerimdir ama kerim bağışı bol olan, cömertliği daimi olan ve bir karşılık gözetmeden, dilediği her varlığa ihsan eden demektir. Yani borca kefil demek değildir. Daha iyi bir söz var Allah akıl fikir versin.
Sağlıcakla kalın