Alınacak tedbirlerde aranan şartlar
Son günlerde, yaşanmakta olan krize yönelik pek çok parasal ve mali tedbir önerisi ortaya atılmakta. Korkum o ki, nasıl ABD'de tedbirlerde kantarın topuzu bir ölçüde kaçmaya başladıysa, bizde de benzer bir durumun oluşması. Öncelikle, krizin özellikle dünyadaki dolar likiditesi sıkışıklığından kaynaklanan boyutunun büyük ölçüde azalmış olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin bu ilk dalgayı göreceli olarak rahat atlattığı söylenebilir. Evet, döviz kurunda 1.70'lere kadar çıkan dalgalanmalar yaşadık, ama dalgalı kur rejimi yürüten orta çaplı bir ekonomide bu gayet de normal bir durum. (Hatta, yabancı çıkışlarında zımni bir vergi oluşturması nedeniyle istenen de bir durum aslında). Bize benzer durumda olan 20'ye yakın gelişmekte olan ülkenin para birimlerinde de çok benzer hareketler yaşandı ve yaşanmakta. Üstelik, emtia fiyatlarında görülen çok hızlı düşüş, ilk defa devalüasyonun enflasyonist etkisini de nötralize etmekte. Ayrıca kısa sürede ciddi miktarda para çıkışı (10 milyar doların üstünde) yaşanmış olmasına rağmen Merkez Bankası döviz rezervinde fazla bir kayıp olmamış olması da olumlu bir gösterge. (Eylül sonunda 76.5 milyar dolar olan rezervler 21 Kasım itibarıyle 69.1 milyar düzeyinde. Rezervin döviz kompozisyonunu bilmesek bile (MB bu veriyi yayınlamıyor) minimum %25 civarında bir Euro rezervi olduğunu düşünürsek, bu dönemde sadece parite farkından dolayı rezervler 3 milyar dolar kadar azalmış olmalı. Bir kısım dövizin de depo piyasası ile bankalara kullandırıldığını dikkate alırsak, gerçek azalış 4 milyar doların altında.)
Alınacak tedbirleri irdelemeden önce krizin bundan sonra ne gibi etkileri olacağı üzerine kafa yormak gerekiyor. Şahsen, sıcak para çıkışlarının sonuna gelinmekte olduğunu ve TL'nin tekrar aşırı değerlenme sürecine girmediği sürece, yüksek montanlı çıkışlar görmeyeceğimizi düşünüyorum. (Bunda, gelişmiş ülke merkez bankalarının piyasalara deliler gibi likidite vermiş olmasının da etkisi var tabii.) Asıl etki tabii ki reel sektörde yaşanacak. İhracat talebinin kesilmesi dövizdeki düşüşe rağmen ihracatçı firmaları zora sokmakta. İç talep ise zaten uzun zamandır zayıf. Öte yandan, bankacılığın dış kaynak imkanlarının zayıflaması nedeniyle özel sektöre aktarılabilecek kaynaklarda da ciddi bir daralma oluşabilir.
Bu şartlar altında Merkez Bankası esasen oldukça doğru bir para politikası izlemekte. Örneğin, son dönemde paranın dönme hızında (money velocity) görülen düşüşü para arzını artırarak kompanse etmeye çalışıyor. Bankalara TL likiditesi sağlıyor. Faizleri düşürüyor. Döviz depo piyasası vasıtasıyla gerektiğinde bankalara döviz imkanı sağlıyor. Ayrıca döviz likiditesini artırmak için gerekirse munzam karşılıkları azaltabileceğinin de sinyalini veriyor.
Reel kesime yönelik maliye politikası odaklı tedbirlere gelince. Burada çok fazla açılma imkanımız yok. Her ne kadar son senelerde kamunun iç ve dış borçlarının milli hasılaya oranını önemli bir şekilde azaltmış olsak da (Net borç stoğu %26'ya, AB tanımlı borç stoğu ise %37'e düşmüş durumda. Bilindiği gibi Maastricht Kriteri ise %60.), bütçe açığını artırma imkanımız sınırlı ve ülke risk algılaması açısından da oldukça olumsuz. Bu nedenle alınacak tedbirlerin üzerinde iyi düşünülmesi gerekiyor.
Alınması düşünülen maliye politikası tedbirlerinin ise şu özelliklere haiz olması gerekir:
1- Etkisinin çabuk ve güçlü olması,
2- Faiz oranlarını yükselterek özel sektörün dışlanmasına (crowding out) ve TL'nin değerlenmesine sebep olmaması,
3- Enflasyon üzerinde baskı yaratmaması,
4- Bütçe açığında kalıcı bir bozulma yaratmaması,
5- Gelir dağılımında istenmeyen bozulmalara sebebiyet vermemesi.
Geçtiğimiz günlerde Bush yönetiminin danışmanlarından Greg Mankiw'in blogunda en etkili maliye politikalarının ne olabileceği yönünde yapılmış olan bir akademik çalışmanın özeti gündeme getirildi. Konusunda uzman iktisatçılar tarafında yapılan bu çalışmaya göre en etkili maliye politikasının bütçe açığını artırmak pahasına yapılacak sürpriz bir vergi indirimi olduğu kanıtlanmış. Doğrudan kamu harcamalarının etkisi ise daha zayıf.
Buradan yola çıkarsak, Türkiye'de de altyapıya yönelik bir kısım kamu harcamalarının artırılmasının yanında, özellikle son günlerde medya ve iş çevrelerince de gündeme getirilen geçici bir KDV (otomotiv sektörü için ise ÖTV) indirimi alınacak en doğru tedbirlerden biri olacaktır. Her ne kadar, bu tedbirin bütçe gelirlerinde bir azalmaya sebep olacağı düşünülse bile, zaten çok zayıf giden satışları canlandırarak esasen bütçe gelirlerine destek bile olabilir. İndirimlerin krizin etkisini en çok hisseden sektörler üzerinde odaklanması gerekiyor. Mesela otomotiv sektörü. Burada örneğin 1600cc altındaki arabalardan alınan ÖTV'nin %37'den %17'e düşürülmesi satışlara ciddi bir ivme getirebilir. Eğer süre kısa tutulursa (3-4 ay gibi), eldeki stoklar eritilmiş, iç üretim canlandırılmış ve ithalatın artmasına da fırsat verilmemiş olur. Yalnız böyle bir kararın dallanıp budaklandırılmadan bir an önce alınması gerekiyor. Yoksa, potansiyel alıcılar anlamsız bir bekleme içine girer ve satışlar tamamen durur.