Ali Saydam'ın aktardığı diyalog ve kurumsallaşma

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Burhan Karaçam eli taşın altında olan; hayatın örsünde dövüldükçe gözlemlerini pekiştiren bir saygın insan. Tanyer Sönmezler de "yönetim" konularını yakından izleyen bir üst düzey yönetici. Ali Saydam iki önde gelen insanımız arasındaki diyaloğu açıklıyor.

Diyaloğun özü şu: Burhan Karaçam, "…bizim ülkemizde kurumsal yönetimin-yönetişimin- çalışmayacağını…" söylüyor. Gerekçesini de şöyle açıklıyor: "Patron serveti yönetmeli, şirketi profesyoneller. Güç patronun elinde, o yönetecek; şirket itibarını ise profesyoneller. Çevrenize bakın, tam bir karman-çorman!"

İşi iyi bilen iki insan arasındaki bu diyalog başlangıçta "şaşkınlık" yaratsa da, sonra ortak yargıya ulaşılıyor: "…önce profesyonellik yerleşecek…Sonra adam gibi profesyoneller yetişecek…Sonra da belki kurumsallaşılacak…Belki…Çünkü esas mesele, "patronun dünya görüşünün' değişmesi."

Neden profesyonel yetişmez?

Ali Saydam'ın yazısını kestim; fotokopi yaptırdım. Bir hafta boyunca kime rastlasam, "…oku bakalım, yapılan saptamalar haklı mı?" diye sordum. Yazıyı okuyanların önemli bir çoğunluğu, "…kırk yılı aşkın iş yaşamı içindesin; sen söyle ülkemizde iyi profesyonellerin yetişmesi kolay mı?" diye geri döndü.

Bir başka gazete kupürü ile sorunun yanıtını verdim. Bulgari'nin CEO'su Trapani'nin saptamalarını aktardım.

İşyeri sahipleri ya da sahipler adına işyerlerini yönetenlerin çok önemli bir bölümü, Trapani'nin altını çizdiği "…neyin başarılı olabileceğini kavrayabilecek" bir zihinsel altyapıya sahip mi?

Bugün bir işyerinin birikim yeteneğini koruyarak, uzun dönemli geleceğini güven altına alabilmesi Bulgari yöneticisinin söylediği gibi, "…dünya çapında kabul görecek bir stil, tarz ve tutumu tanımlayacak yeteneğe sahip" olmayı gerektiriyor. Büyük usta Çetin Altan'ın sık sık vurgu yaptığı "…uluslararası eleklerin üstünde kalma düzeyine erişme" bir başka adım. Böylesi iddiaya sahip ve onun gereklerini yerine getiren patronlarımızın toplam içindeki payını hesaplamak mümkün değil ama hepimiz gözlemlerimizi aktarabiliriz…

Bizde büyük çoğunluğun, "…işimi benden daha iyi kimse bilemez" batağına saplandığını biliyoruz. Böylesi bir anlayış, her olayı, olguyu ve insanı küçük gören bir kendini beğenmişliğe ve kibre taşıyor.

"Bindiğim at benden akıllı olmasın " algılamasının yaygın olduğunu, kişilik ve özgüven sahibi insanları harcayan bir kültürel arka planının varlığını inkâr edebilir miyiz?

Gerçek anlamda katılımcılığı, paylaşımcılığı öne çıkarma yerine, birkaç kişilik dukalıkların işyerlerine hakim oldukları gerçeğini inkar etsek, kendimizi kandırmanın yararsız rahatlatıcılığı dışında ne yapmış oluruz ki…

Paylaşma yerine "yalıtımcılığı" öne çıkaran, "dışa ve dünyaya açık" olma yerine, rakamlarla oynayarak, her işte "…kendini milat" alan bir anlayışın hakimiyetini yok saymamız geleceğimizi inşa etmede ne katkı yapar?

Saptamalarımızı küçük bir kitapçık olacak kadar uzatabiliriz.. Ama bu kadarı ile yetinelim…

Kriz sonrası yeni bakış açısı gerekli

Krizi aşmak üzereyiz. Her büyük krizden sonra yeni bir dünya kurulur. Bizim o dünyanın içinde adam gibi yerimizi olmamız için, işyerlerindeki gücü elinde tutan patronların ve onları temsil edenlerin yeni bir "bakış açısı" geliştirmeleri gerek.

Eğer kriz öncesinin değer ölçülerini, yerleşik doğrularını, kalıp düşüncelerini, paylaşımı önemsemeyen yalıtımcı algılamayı, sorgulamadan kaçınan özgüvensiz tutumu, faaliyet sonuçlarını "açık erişimle" irdelemek yerine, potansiyelin onda birine bile ulaşmayan pozitif sonuçları cilalayarak satmayı, işin aslını bilmeyenleri da araç haline getirerek hem kendimizi hem de başkalarını kandırmayı, aykırı düşüncelerini açıklama cesaretini gösteren özgüvenli profesyonelleri harcamayı vb azgelişmiş tutumları sürdürürsek; bu ülkede yönetimde "kurumsallaşma" cilalı söz olmanın ötesine gidemez… Negatif seleksiyonun hâlâ geçerli olduğu, iş bulmanın hiç de kolay olmadığı ülkemiz koşullarında, herkesten "kahramanlık" bekleyemeyiz…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar