Ali Sabancı'nın hakkı Ali Sabancı'ya
1990 yılında kurulan, 2005 yılında ise Ali Sabancı’nın başında bulunduğu Esas Holding tarafından satın alınan Pegasus Havayolları’nın hayatımıza girdiği günleri hatırlıyorsunuz değil mi?
Ben çok net hatırlıyorum zira ders niteliğinde bir dönemdi. “Su bile parayla” cümlesi hala kulaklarımda. Ali Sabancı’ya kızanlar, söylenenler, ağzına geleni sayanlar hep bu cümleyle başlardı söze. İktisatın meşhur tanımı olan “Sınırsız ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla karşılanması” sözü sadece iktisat kitaplarında kaldı uzunca bir dönem.
Zira kaynakları sınırsız gibi kullandık. Her şey bedavaydı, her şey sınırsızdı. (Ya da bize öyle geliyordu) Hiç kimse bir yere gideceği zaman yakıt masrafını, uçak biletini dert etmezdi. Sudan ucuzdu her şey. İşte o dönemlerin tam ortalarında Ali Sabancı suyu bile parayla (!) satınca garipsedik. Oysa belki de dünyanın gitmekte olduğu noktanın işaret fişeklerinden biriydi o çıkış. Ve enteresandır, Ali Sabancı hiç geri adım atmadı.
“Toplumumuzun hassasiyetlerini dikkate alıyoruz ve artık suyu parasız vereceğiz” gibi bir yola girmedi. Demek ki ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu. Eskiden sübvanse edilebilen, göz ardı edilen birçok kalem artık kabına sığmıyor. Hele de birçok ürün ve hizmet kaleminde bununla karşılaşınca tüketici de refleks gösteriyor.
Muhtemelen bütün bu gelişmeleri arkasına yaslanarak izleyen pek az kişiden biri de Ali Sabancı olsa gerek. Zira rakiplerinin web sitelerine girdiğimizde, sektörün neredeyse tamamının, hem Türkiye’de hem dünyada artık maliyetleri böldüğünü, kalem kalem sunduğunu görüyoruz.
Belki gelişmeleri arkasına yaslanarak izliyor ama bir yandan da tüketiciyi buna hazırlamanın maddi ve manevi maliyetini üstlenmenin yorgunluğu da Ali beye bu işin bakiyesi oldu. İşletmeler bu dönüşümü artık bir an önce yapmalı. Yapmaya mecbur kalmadan ne kadar önce yaparlarsa o kadar artıda olacaklar. Yapılması gereken ilk adım tüketiciyle iyi, güçlü ve olabildiğince yalın bir iletişim kurmak. İkincisi ise kararlı bir şekilde bu iletişimi uygulamak.
İTO’nun E-Ticaret Raporu
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin (İTOSAM) İTO üyeleri arasında yaptığı araştırmaya dayandırarak bir e-ticaret raporu hazırlamış. Reel Sektörün Dönüşümünde E-Ticaret ve E-İhracat başlıklı raporuna göre yüksek komisyon oranları şirketlerin yaşadığı zorluklar arasında birinci sırada yer alırken, diğer üç zorluk ise kargo ücretlerinin yüksekliği, aşırı rekabet ve lojistik problemler olmuş. Meşhur bir öykü var hani, hasta doktora gider, “Doktor bey, her tarafım ağrıyor.” der.
Doktor detay isteyince “Parmağımı bacağıma bastırıyorum ağrıyor, karnıma bastırıyorum, ağrıyor, alnıma bastırıyorum ağrıyor.” diye de açıklar. Doktor onca uğraş, tetkik sonucu sorunu bulur; hastanın parmağı kırılmıştır. İTO üyeleri, daha doğrusu esnafımız, tüccarımız kendi hastalığına teşhis koymak isteyince ortaya böyle bir sıralama çıkmış. Bir de Napolyon’a atfedilen hikaye var hani, “Savaşı neden kaybettik” diye sorar komutanına.
Komutan: “Efendim, 100 ayrı sebebi var, birincisi barutumuz bitti, ikincisi…” diye saymaya başlayınca Napolyon, “Tamam gerisini sayma” der. E-ticarette, e-ihracatta ya da normal ticarette katma değere sahip olamadıktan, fark yaratamadıktan sonra kârlılıklar da düşer, rekabet de artar, ondan sonra komisyonlar da fazla gelir, kargo ücretleri de yük olur.
Katma değer yaratmak ille de gidip olmayan bir şey icat etmek demek değil. Farklı bir sunuş, farklı bir ele alışla iş modeline bir inovasyon katmak, farklı bir bakış açısıyla yeniden yorumlamak bile ürünü ya da hizmeti değiştirebiliyor. Ama biz “me too” ticaretine, yani “o ne veriyorsa ben bir lira altına” demeye devam ettiğimiz sürece daha çok rapor yazarız, sorunlara da daha çok 100 sebep sayarız.