Ali Koç şövalyelik mi yaptı?
Sayın Ali Koç’un Antalya’daki G-20 Zirvesi’nin B-20 toplantısında yaptığı gelir bölüşümüne ilişkin adeta kapitalizme yönelik bir çığlık niteliğindeki değerlendirmesi bizi 10 Ocak 2014 tarihli DÜNYA Gazetesi’ndeki yazımızda dile getirdiğimiz bir söylemi hatırlattı: “Şövalyelik kahramanlığa, krallık şerefe, kapitalizm etiğe (etik değerlere) dayanır.”
Bilindiği gibi reel ekonominin üç alanı var: Kaynak dağılımı, kaynakların etkin kullanımı ve gelir bölüşümü. İlk iki alan ekonomik zenginliğin yaratılmasıyla ilgili. Kaynakların en yararlı olacakları yerlere tahsisi ve kaynakların tahsis edildikleri yerlerde en etkin şekilde, tam kapasite ile değerlendirmeleri ekonomik zenginliği ulaşabileceği en üst seviyelere taşıyor. Üçüncü alan, gelir bölüşümü ise, elde edilen bu zenginliğin nasıl bölüşüldüğünü ifade ediyor. İlk iki alanda başarılı olan serbest piyasa ekonomisi gelir bölüşümünde başarılı olamadı. Bu başarısızlık günümüzde sadece ülke seviyesinde değil, global bazda da önem kazandı.
Serbest piyasa ekonomisi kaynak dağılımı ve kaynak kullanımı alanlarında şimdiye kadar denenmiş sistemlerin en başarılısı olarak kanıtladı kendisini. Yeter ki etkin bir rekabet ortamı sağlansın. İşletmelerin tekelleşmesi ve kartelleşmesi önlensin. Hakim durumun kötüye kullanılması izin verilmesin. Finansal sektörde istikrar sağlansın, paranın değeri korunsun. Tüketicinin korunması için gereken önlemler hayata geçirilsin. Üretim araçlarının mülkiyeti, hukuk devleti, yönetimde ve mevzuatta açıklık, fırsat ve eğitim eşitliği, eğitim kalitesi gibi şartlar sağlansın. Piyasalar başıboş bırakılmasın, gerekli hukuki kurallara bağlansın. Bu kuralları uygulayacak olan RK, SPK, BDDK, MB, yargı ve eğitim sistemi gibi kurumlar oluşturulsun.
Reel ekonominin üçüncü alanına, gelir bölüşümüne gelince. Burada serbest piyasa ekonomisi şimdiye kadar başarılı olamadı ve şimdi de başarılı olamıyor. Gelir bölüşümünün tamamen serbest piyasa ekonomisinin kendi kurallarına bırakılması sosyal huzursuzluklara, mutsuzluklara, hatta çatışmalara isyanlara neden oluyor. Gelir bölüşümü insanların hak ve adalet duygularını tatmin etmiyor. Bu nedenle serbest piyasa ekonomisi uygulayan ülkelerde piyasaların ortaya koyduğu gelir bölüşümünün (birincil gelir dağılımı) hak ve adalet kriterlerine ve sosyal gerekliliklere uygun ikincil bir gelir dağılımı ile düzeltilmesi gerekiyor. Bunun için devlet devreye giriyor. Çıkardığı yasal düzenlemelerle piyasalarda gerçekleşen gelir dağılımını revize ediyor. Vatandaşlarının hak ve adalet kriterlerine, toplumun sosyal gereksinmelerine uygun hale getirmeye çalışıyor. Bu uygulamalarında serbest piyasa ekonomisinin kaynak tahsisi ve kaynak kullanımı alanlarındaki etkinliğini de olumsuz etkilememesi gerekiyor. Bu açıdan sosyal devlet uygulamalarının sınırlarının dikkate alınması zorunlu oluyor.
Serbest piyasa ekonomisinin bu özelliğine yukarıda ifade ettiğimiz söylemle daha Sanayi Devrimi'nin hemen başlarında serbest piyasa ekonomisine (kapitalizme) girişin başlangıç yıllarında Montesquieu’ya atfedilen değerlendirmeyle işaret edilmişti: “Şövalyelik kahramanlığa, krallık şerefe, piyasa ekonomisi etiğe dayanır.” Şövalyeliğin dayandığı “kahramanlık”, hem şerefli ve hem de etik kurallara uymayı içeriyor. Şerefli ve etik olmayan bir kahramanlık şövalye olma niteliğini kaybediyor. Kralın dayandığı şerefli olma kahramanlık niteliğini olmazsa olmaz bir şart olarak kapsamıyor. Ama etik değerlere uymayı içeriyor. Serbest piyasa ekonomisini temsil eden kapitalizmin de etik kurallara uyması gerekiyor. Sistemin başarılı olamadığı gelir dağılımı konusun etkin bir çözüme kavuşturulmasının yolu buradan geçiyor. Şövalyelik de krallık da artık zaman koridorunun çok gerilerinde kaldı. Zamanın ruhu yeni oluşumlar getirdi. Sibel Can’ın bir şarkısında dile getirdiği gibi, artık çağımızda “kimse şah değil, padişah değil.” Ama kapitalizmin sahip olduğu esneklik sayesinde değişen şartlara uyum sağlayarak varlığını sürdürüyor.
1988 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Fransız iktisatçı Maurice Allais’in serbest piyasa ekonomisine ilişkin bu konudaki değerlendirmesi dikkat çekiyor. Onun değerlendirmesi şöyle: “Liberal ekonominin müdahaleci ekonomiye üstün olduğuna, pazar ekonomisinin daha adil bir fiyat sistemi getirdiğine, kaynakların çarçur edilmesini önlediğine, tekniklerde gelişme sağladığına ve halkın hayat seviyesini yükselttiğine inanıyorum… Ancak şu hususu da altını çizerek vurguluyorum: Hiçbir ekonomik sistem, eğer halkın büyük bir bölümü üzerinde dayanılmaz insani ve sosyal etkiler yaratıyor ve kurbanlarının bunda kişisel bir sorumlulukları bulunmuyorsa, etik bakımdan kabul edilemez.”
Fransa’da 1997-2002 yılları arasında başbakanlık yapan, ayrıca 1995 ve 2002 yıllarında iki kez Sosyalist Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Lionel Jospin’in serbest piyasa ekonomisine ilişkin değerlendirmesi de şöyle: “Zenginlik yaratma açısından serbest piyasa ekonomisinin üstünlüğü açık olarak kanıtlanmıştır. Ancak bu gerçek, bizim piyasayı kendi başına bir değer olarak görmemizi gerektirmez. Piyasa verimlilik iççin bir araçtır; ama yalnızca bir araçtır. Bu nedenle piyasa kurallara bağlanmalı ve toplumun hizmetinde kalmalıdır. Piyasanın varlığı toplumun sosyal kontrat talebini dışlayamaz.”
Bu bağlamda son olarak da Ali Koç’un kapitalizmin gelir dağılımına ilişkin ilginç değerlendirmesine tanık olduk. Ali Koç bu vesileyle kapitalizmin serbest piyasa ekonomisinin gelir bölüşümüne tatmin edici bir çözüm getirmediğine, hatta saf haliyle getiremeyeceğine de etkili bir şekilde dikkat çekti. Bu çıkışıyla Sayın Koç ne bir şövalye ne de bir kral olarak değil, kapitalizmin yumuşak karnına ülkemiz kapitalizminin başta gelen bir temsilcisi olarak dikkat çekti. Çok da iyi yaptı. Bu bağlamda gelir bölüşümünün en etkili araç olarak insanların eğitim seviyelerinin yükseltilerek çağdaş mesleklere kavuşturulması ve bu yoldan daha yüksek katma değer yaratarak gelir seviyelerinin yükseltilmesi gereğine işaret eden Thomas Piketty’nin görüşünün hayata geçirilmesinin ülkemiz açısından önemini çarpıcı bir dille gündeme getirilmesine vesile oldu. Bu söylemiyle dikkatlerin eğitim, hukuk, özgürlükler gibi konularda etkin yapısal reformlar gerektiren çözümlerde yoğunlaşmasını sağlayabilirse ne mutlu bize. Hedefimiz bugün hangi sosyal yardımlar yapılması gerektiği yanında, daha da yoğun bir şekilde, PISA araştırmalarındaki yerimizin 42. ve 43. sıralardan en azından 22. ve 23. sıralara yükseltilmesine odaklanmalı.