Algıya takılma, kendini geliştir

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com




Bir yandan Avrupa'da giderek karışan siyasal ve ekonomik görünüm, diğer yandan içeride play-off ile uzatılmış futbol liginin şike davası ile soslandırılmış gerilimi zaten unutmaya pek teşne olduğumuz zorlu gündemi arkalara itmeye yetti. Bu arada Standard and Poors derecelendirme şirketinin görünümü durağana çevirerek yakın gelecekte notumuzun artmayacağını açıklaması gibi öfkelendiğimiz gelişmeler yanında terörü sonlandıracak ve ekonomik sinerjiyi sağlayacak Kuzey Irak ile yakınlaşma gibi umut verici haberler de dikkat çekti. Bir süre önce açıklanan ve stratejik tercihler içerdiği için başta cari açık olmak üzere ülkenin kronik ve yapısal sorunlarının çözümüne katkı yapacak yeni teşvik rejimi ile ilgili kararname ve diğer mevzuattan, dolayısıyla konunun esas önem taşıyan ayrıntılarından ise henüz haber yok. Kur, faiz ve enflasyon arasındaki eski salıncağımızda sallanarak geçiyor günlerimiz.

Yunanistan'ın çıkmazı ve çıkan ders

Avrupa'nın ve artık kabak tadı veren Yunanistan'ın durumu sıkıntı verse de önemli dersler içeriyor. Kendi dinamiklerini geliştirmeyen, verimliliği düşük ve tasarrufu yetersiz ülkelerin salt sermaye akımlarına güvenerek refahlarını sürdüremeyecekleri, eninde sonunda kendi gerçek kapasitelerinin karşılığı olan düzeye razı olmak ve bu arada ciddi bir bedel ödemek zorunda kalacakları gibi. En somut örneği de bu gerçeği kabullenmek istemeyen Yunanistan'ın içinde olduğu ve seçim sonuçlarıyla da dikiş tutmayan karmaşa. Kısa sürede değişmesi sözkonusu olmayacak yapısal güçsüzlüğüyle Euro sistemi içinde kalamayacağı açık. Şimdi çabalar, bu sistem dışına çıkışın Avrupa'nın kalanına en az zarar verecek şekilde planlanmasına yoğunlaşmış görünüyor.
Aslında Türkiye'nin de onca zamandır süren geçiş döneminde AB'nin bizi haksız yere dışarıda tuttuğu yakınmalarına saplanmak yerine, en fazla ekonomik ilişki içinde olduğumuz bir gelişmiş ülke bloğunun standartlarına ulaşmamızı sağlayacak reformlara ve stratejilere odaklanmak tercihini erkenden, sözgelimi 80'lerin sonunda yapmış olması çok daha akılcı olurdu. Belli ki tam üye olmaktan çok, gelişmiş ülke standartlarına erişmek önemli.

Reyting ve vergi rekortmeni TCMB

Oysa şimdi, genç nüfusun sağladığı emsalsiz avantaja ve jeopolitik konumumuzu daha fazla değerlendirebilecek siyasal/makroekonomik istikrara, stratejik güce sahip olmamıza rağmen insan kaynağımızın donatımında ve eğitiminde, üretimin teknoloji düzeyinde, işletmelerimizin rekabet gücünü körelten kayıtdışılıkta hala katedecek uzun yolumuz var. Temel sorunları çözmeden herkesi ikna edecek bir başarı hikayesi yaratmamız ise çok zor.

Tümüyle haklı olmasa bile derecelendirme şirketlerinin bizimle ilgili değerlendirmeleri de, duygusal yanı ağır basan alınganlıklar ile değil, kullandıkları metodoloji açısından tartışıldığında fazla şaşırtıcı değil. Tepkilere karşı yaptıkları açıklamalarda talebi karşılamayan üretimimizdeki sorundan söz ederken, "küçük taşıtlar üretip büyük taşıtlara bindiğimizden" dem vurmaları da öyle. Enerjiden finansmana pek çok alanda dış koşullara duyarlı ve kırılgan bir yapınız varsa bu algılarla karşılaşmanız kaçınılmaz. Vergi rekortmenlerinizin birinci sırasında açık farkla Merkez Bankanız yer alırsa, ekonomiye müdahalenin arttığına ve özel kesimin karlarının azaldığına işaret eden bu durum, konjonktürel istikrarınızın da tartışılabilir olduğuna gösterge sayılabilir.

IFM mi, proje finansman merkezi mi?

Türkiye'nin sorunu, kaba çizgileriyle, bir yandan dış kaynağa bağımlı olarak büyümesi, diğer yandan iç ve dış kaynakları yeterince etkin ve verimli kullanamaması şeklinde özetlenebilir. Son birkaç yıl içinde bu temel sorunu aşmak için kamu yönetimi de stratejik bir çaba içine girmiştir; araştırma geliştirmeye verilen önem de, eğitim harcamalarındaki artış, sanayi stratejisinin belirlenmesi, teşvik rejiminin revize edilmesi de bu çerçevede inisiyatiflerdir. Ne var ki bu çabanın ne kadar yeterli olduğu tartışmaya açık olduğu gibi, sonuçların görülmesi orta ve uzun vadeye yayılacaktır.

Ancak bunun dışında daha kısa sürede sonuç alınabilecek politikaların gereğince tasarlanıp tasarlanmadığı da irdelenmelidir. Sözgelişi yıllardan beri konuşulan "İstanbul Finans Merkezi" projesinin hala pek netleşmeyen fizibilitesini düşününce, bunun ayrıntılarının da yeterince tartışılmadığının, bu arada projenin ülkenin ekonomisine ne katkılarının olacağının da yeterince anlaşılmadığının farkına varıyorum. Sermaye piyasalarımızın sığlığı ve vergi rejimi gibi altyapı sorunları bir yana, Türkiye'nin ne Dubai, Singapur ve Hong Kong gibi bir kent devleti, ne de Londra ve İngiltere gibi çok gelişmiş bir bilgi ve yetkinlik merkezi olmadığı da yeterince dikkate alınmamış görünüyor.

Oysa bunun yerine belli bir yetkinlik düzeyine ulaştığımız ve karşılaştırmalı üstünlük potansiyeline sahip olduğumuz alanlar, sözgelişi altyapı ve enerji projelerinde, uluslararası proje finansman üssü olma hedefi daha anlamlı ve yapılabilir duruyor. Üstelik böyle bir proje, yetkin inşaat ve enerji şirketlerimiz, bölgenin enerji ve altyapı değer zincirine yakınlık, yükselen siyasi gücümüzle artan risk yönetim yeteneği, batılı finans teknikleriyle islami finansı birleştirebilecek bilgi birikimi nedeniyle doğrudan ekonomiye çok yönlü katkı yapacaktır. Daha geçen yüzyılın başında Bağdat Demiryolu projesiyle kamu özel işbirliğinin ilk örneklerini tasarlayan bir toplu için şablonlardan çok bu türden somut başarı anahtarlarına ihtiyaç var.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019